Terör örgütü PKK silah bıraktı.
Çocukluğum, gençliğim Bingöl’ün Solhan ilçesinde geçti. 90’lı yıllardı. En güzel, en keyifli çağlarımız.
40’li, 50’li yaşlarda olanlarımız 90’lı yılları gülümseyerek, özleyerek hatırlar. Birbiri ardına çıkan yeni sanatçılar, dillere pelesenk olan ve halen keyifle dinlenen şarkılar, toplumun geneline bir anda yayılan değişim ve Türkiye’nin cep telefonu, bilgisayarla tanıştığı, teknolojinin yavaş yavaş hayatımıza girdiği dönem. Ben o yılları pek hatırlamak istemiyorum. Çünkü 90’lı yıllar aynı zamanda PKK’nın saldırı ve eylemlerini en üst düzeye çıkardığı yıllardı.
Doğup büyüdüğüm yer…
Solhan; Bingöl’le Muş arasında, her iki ile yakınlığı yaklaşık 60’ar kilometre mesafede, şirin bir ilçeydi. Dağların arasında, anayol üzerinde kurulmuş, genellikle hayvancılığın geçim kaynağı olduğu Solhan, 1990 senesine kadar oldukça sakin, güvenli bir ilçeydi. Her şey 28 Nisan 1991 tarihinde gerçekleşen terör saldırısıyla başladı. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Teröristler tarafından güpegündüz memurlar lokaline düzenlenen saldırıda Kaymakam Ersin Ateş, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Türksever, Orman Şefi Ahmet Yanen ve Orman Muhafaza Memuru Fevzi Kaplan şehit oldu.
Saldırı esnasında birçok kişi de yaralandı.
Ben saldırı esnasında lise 1.sınıf öğrencisiydim. Memurlar lokali değimiz yer okulumuza sadece iki sokak uzaklıktaydı. Ve saldırı esnasında silah seslerini duyar duymaz, insanların koştuğu yöne gittik.
Karşılaştığımız manzara korkunçtu. Her yer kana bulanmıştı. Yaralılara yardım edip bir şekilde hastaneye götürmek için arabalara taşıyorduk. Çocuk sayılırdık ve şoke olmuştuk. İlçe halkı adeta olay yerine dökülmüştü. Gözyaşları, feryatlar arasında yaralılar hastaneye, cenazeler ise hastane morguna götürüldü.
O güne kadar hiçbir olayın yaşanmadığı, huzurlu, güvenli bir ilçe olan Solhan’da her şey tersine döndü. Ve maalesef olaylar devam etti.
Solhan sık sık çatışmaların yaşandığı, acı olaylarla anılmaya başladı.
Akşam saat 17’den sonra sokağa çıkmak çok riskli bir durum haline geldi.
Ve her şey gittikçe daha da kötüye gidiyordu.
İlçedeki tek bir lise vardı, Solhan Lisesi. Olaylar okulumuza da sirayet etmişti. Huzursuzluk sınıflara kadar sıçramıştı. Birçok ders boş geçiyordu. Güvenlik sorunu nedeniyle görev yapan öğretmenler bir yolunu bulup gitmek istiyordu ilçeden.
Diğer tarafta devlet baskısı da gittikçe artıyordu. Durum öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, köylerin güvenliğini sağlayamayan devlet, köylerin boşaltılmasını çözüm olarak uyguluyordu. Birçok köylü göç etmek zorunda bırakıldı. İmkanı olanlar batıya, olmayanlar ise ilçe merkezine gidiyordu.
Tam bir kargaşa… Geceleri sık sık duyulan silah sesleri, çatışmalar. İnanın abartmıyorum. Okula giderken bile kontrol noktalarından geçer duruma gelmiştik.
1993 yılında liseden mezun olduğumda ne yapacağımı bilmiyordum. Terör saldırıları adeta zirve yapmıştı. ÖSS’de sınıftaki en yüksek puanı almıştım. Ama ÖYS sınavına girebilmek Solhan’da ikamet eden bir öğrenci için büyük bir sorundu. Çünkü sınav için Diyarbakır ya da Elazığ’a gitmek gerekiyordu. Biz daha yakın diye arkadaşlarla birlikte Diyarbakır’ı tercih ettik. Diyarbakır’la Bingöl arasında Genç ilçesi vardı. Sınav zamanı geldiğinde bu yol güvenlik sağlanamadığı için trafiğe kapatılmıştı. Ve yıllarca kapalı kaldı.
Biz mecburen Diyarbakır’a gidebilmek için Elazığ’ın Maden ilçesinden dolanarak, yani 1 saatlik yolu nerdeyse 4 saatte gidebildik. E zaten okuduğumuz lisede doğru düzgün eğitim alamamışız. Yol yorgunluğu, stres, “Önümüzü PKK’mı keser mi, bir çatışmanın ortasında kalır mıyız” korkusuyla gittiğimiz ÖYS sınavından kötü sonuçlarla döndük. Zaten bu şartlarda aramızdan bir mühendis, bir doktor çıkması sürpriz olurdu. Sadece hayal edebilmiştik.
Empati kurabilmeniz için anlatıyorum bunları. Liseyi bitirmiş bir genç düşünün ve para kazanması lazım. Üniversiteyi kazanma şansı yok ya da çok düşük. O halde ne yapabilir?
Bir duyum almıştım. İlçe Devlet Hastanesinin çay ocağını çalıştırabilecek birini arıyorlarmış. Hemen gittim. Hastane müdürü baktı 18 yaşında bir genç. “Çay yapıp dağıtabilecek misin?” diye sordu. Ben gayet kendimden emin bir şekilde “yaparım” cevabını verdim.
İkinci soru geldi…
-Ölülerden korkar mısın?
Şaşırdım…
Soruyu neden sorduğunu izah etti. Meğer çay ocağı hastanenin bodrum katında ve morgun yanındaymış. Çatışmalarda şehit olan güvenlik görevlilerinden koruculara, hatta öldürülen PKK’lıların da cenazeleri morga getirilip otopsi yapılıyormuş.
Bodrum katta çay ocağından ve morgdan başka bir birim yok.
Ben tereddüt etmeden kabul ettim. Çünkü para kazanma isteğim, ihtiyacım korkumu bastırmıştı.
İşe koyuldum hemen. İtiraf edeyim, cesetler geldiğinde gördüklerim beni hem korkutuyor hem çok etkiliyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Ailemin ve kendinin geçimini sağlamak gibi bir misyon üstenmiştim.
1 yıl boyunca o hastanenin bodrum katındaki çay ocağında bir yandan para kazanırken bir yandan çok vahim olaylara ve görüntülere şahit oldum.
Ardından bir arkadaşımın vasıtasıyla yolum önce Bursa’ya sonra Manisa’ya düştü. Bu şehre geldikten sonraki bölümü zaten biliyorsunuz. Nasipler silsilesi beni gazetecilik mesleğiyle tanıştırdı.
Hayatımdan kesitler aktardım çünkü empati yapmanızı istedim.
Aslında benim aktardıklarım, yaşadıklarımın sadece küçük bir bölümü. Ve daha kötü şartlarda 90’lı yılları heba olmuş birçok insan tanırım.
Evet, bugün PKK silah bıraktı ve tam da şimdi kendinizi başkalarının yerine koyma zamanı. O bölgede, belki de memleketin en doğal, en güzel yerlerinden birinde yaşarken hayatların bir anda nasıl değiştiğini, karardığını anlayabilmek kolay değil. Orada yaşayan herhangi birinin yerine koyun kendinizi. Kaderinizi siz değil coğrafya çiziyor.
Ve güzelim vatan topraklarında kurgulanan bu savaşa on binlerce Türk ve Kürt genci kurban gitti.
Sonuç: 40 yılı aşkın bir sürenin sonunda 50-60 bini aşkın insan öldü, milyonlarca kişinin hayatı başka yerlere evrildi.
90’lı yıllar denince çoğumuz güzel şeyler hatırlıyor. Oysa ben ve o dönemleri yaşayan birçok kişinin güzel anıları yok.
PKK’nın silah bırakması hiç olmazsa bundan sonrası için, vatanımız için, geleceğimiz için belki de son yılların en sevindirici gelişmesi.
Tek dileğim…
İnşallah herkes samimidir.
Ve inşallah alınan kararlar baki kalır.
Ve ille kaderimizi coğrafya çizecekse güzel çizsin. Gençlerimizin geleceği başkalarının kurguladığı oyunlarda yok olup gitmesin.
Hayırlı olsun, sonu güzel olsun…
Olan biteni öyle hemen unutmak elbette mümkün değil. Ama acı hafifledikçe kardeşlik bağları belki eskisinden daha da güçlenecektir.
Çünkü bu oyunun kimseye fayda sağlamadığını gösteren kocaman bir 40 yıl var geride. Acılarla ama en önemlisi derslerle dolu bir 40 yıl…