Nisan ayında genç bir hanım bana ulaşarak dedesinin hatırasını paylaştı.
Dedesinin ağır hasta olduğunu, artık ümit kalmadığı için eve gideceklerini, mümkünse görüşmek istediklerini söyledi.
O günlerde epey yoğundum ancak hanım o kadar çok ısrar etti ki,yarım saatliğine de olsa görüşmeyi kabul ettim.
Hastanenin kafeteryasında buluştuk. Sarışın, genç güzel bir hanım, tekerlekli sandalyede yaşlı oldukça bitkin, gözlerinin feri sönmüş hasta bir adam...
Torunu bizi tanıştırınca yaşlı amcanın gözleri ışıldadı sanki; "Geldiğiniz için sağolun" dedi.
Nefes almakta zorlanıyordu. Kanser hastalığının son evresi , doktorların yapacakları bir şey kalmamış. Eve göndermişler.
Hayri amca iki yıldır Eski Manisa Fotoğrafları sayfasını takip ediyormuş.
Arada bir torununa: "Ben de hikayemi anlatsam mı?" diye soruyor, sonra vazgeçiyormuş...
Hastalığından kurtulamıyacağını anlayınca yaşadıklarını torunu vasıtasıyla bana iletip bir fotoğraf vermek istemiş.
Hasta adamı fazla yormamak için fotoğrafı görmek istediğimi söyledim.
Hayri amca gömleğinin cebinden yıpranmış, kırılmış, yer yer beyaz çizgilerle dolmuş, siyah-beyaz bir fotoğraf çıkardı.
Üzerinde 1960'lı yılların şık bir tayyörü olan, yuvarlak yüzlü, kısa siyah saçlı güzel bir genç kızın fotoğrafıydı.
Fotoğraf o kadar eskiydi ki, telefonla çekmenin pek bir anlamı olmayacaktı.
Yine de çekmek istedim, işte o an yaşlı adam birden itiraz etti; "Çekmeyin, çekmeyin lütfen. O benim mahremim. Hatıramı yazın ama fotoğraf bana kalsın. Feride'm bu fotoğrafı bana verdi. Yalnız ben göreyim istedi. Feride'min yüzüne yabancı nazarlar değsin istemem" dedi.

Torunu üzüntüyle başını salladı. Yaşlı adamın hassasiyetine saygı duydum.
Fotoğrafa derin bir özlemle baktı baktı, sonra cebine koydu.
Öyle halsiz, öyle yaralı görünüyordu ki, yaşlı adamın son demlerini yaşarken bile sevdiğine gösterdiği vefa beni fazlasıyla duygulandırmıştı.
"Hatıramı torunum anlattı size. Biraz bekleyin, hemen yazmayın, torunum size haber verir. Eve gitmeliyim, iyi değilim" dedi.

Tekrar '"Geçmiş olsun" diyerek dedeyle torundan ayrıldım.
Onlar Soma'ya doğru yola çıktılar.
Yıllar önce Hayri hem okul arkadaşı, hem tarla komşularının kızı olan Feride'ye gönlünü kaptırmıştı...
Feride'nin babası tarla sınırı yüzünden Hayri'nin babasıyla çekişiyor, tartışıyor, tatsızlık çıkarıyordu.
Lise bittikten sonra Hayri askere gidinceye kadar babasının yanında çalıştı.
Annesi aracılığıyla babasına Feride'yle evlenmek istediğini duyurdu.
Feride'nin babası on dönüm tarla verirlerse bu evliliğe olur diyeceğini söz, nişan ve düğünün Hayri askerden gelince yapılmasını şart koşmuştu.
Ancak Hayri askere gidince hem tarlayı almış, hem de kızını apar -topar başkasıyla evlendirmişti.
Oysa Feride'de Hayri'yi seviyor, onunla kuracağı mutlu yuvanın hayaliyle yaşıyordu.
Babasının baskısı, despotluğu, Feride'nin hayatını karartmıştı.
Hayri askerdeyken bir gece rüyasında Feride'yi alevlerin içinde yanarken gördü.
Feride canhıraş bir sesle; "Hayri! Kurtar beni Hayri! Kurtar beni Hayri!" diye feryat ediyordu.
Ailesinden gelen mektuplarda Ferude'yle ilgili bir şey yoktu.
Hayri ne zaman Feride'yi düşünse, Gediz Nehri kıyısında salkım söğütlerin altında Feride'yle gizlice görüştüğü, nehir nazlı nazlı akarken, Spil Dağı'nın efsane güzelliğini sevdiği kızla seyretmenin hazzını yeniden hatırlıyor, yaşıyordu.
Babası isterse izine gelmeyip, bir ay önce teskere almasının daha doğru olacağını yazmıştı.
Hayri için de izine gelip tekrar geri gitmek zor olacaktı.
Bu yüzden izine gelmedi.
Teskereyi alıp Manisa'ya dönünce öğrendikleri karşısında bütün dünyası yıkıldı.
Sevdiği kız, zorla evlendirildikten bir ay sonra ölmüştü.
Feride önce ateşler içinde yanmış, sonra gün gün erimiş bitmişti.
Feride ölünce babası büyük bir pişmanlık duymuş, adeta hayata küsmüştü.
Geç de olsa kızının hayatını, bencilliği uğruna bitirdiğini anlamıştı.
O geçimsiz, aç gözlü adam gitmiş, yerine yüreği yaralı, pişman, perişan bir adam gelmişti sanki...

Yıllar geçmiş Hayri Feride'yi hiç unutamamıştı.
Ailesinin ısrarıyla yuva kurmuş, ancak eşi doğumda vefat etmişti.
Hayri minik kızı ve acılarıyla başbaşa kalınca, bir gün Feride'nin annesi ziyaretine gelip, kızının ölmeden önce Hayri'ye yazdığı mektubu getirmişti.
Daha önce Hayri 'nin hayatını etkilememek için zarfı vermemişti.
Zarfta Feride'nin fotoğrafı ve çektiği acıları, Hayri'ye olan sevgisini anlatan uzun bir mektup vardı.
Hayri yeniden yıkılmış, Feride'nin hatırasına yeniden aşık olmuştu.
Ondan kalan fotoğraf ve mektup hayatının en aziz hatırası olmuştu...

Soma'da çalışmaya başlamış, ancak ne Feride'yi ne Manisa'yı unutmamıştı.
Annesiyle beraber kızını büyütürken,kendi kızıyla birlikte üç öğrenci daha okutmuştu.
Babasının hikayesini bilen kızı, kendi kızına Feride'nin adını koymuştu.
Torun Feride ' de bu acıklı sevda hikayesini bana aktarmıştı.
Aradan epey bir zaman geçmişti, Hayri amcanın torunu dedesinin vefat ettiğini ve ölmeden önce torununa hikayesini yazmamı istediğini söylemiş.
Öyle üzülmüştüm ki, hani, "Seversin alırsın eşin olur; seversin kavuşamazsın karasevdalın olur" sözü tam da bu hatıra için söylenmiş sanki...

Yıllarca sevdiği kızın fotoğrafına hasretle, içi yanarak, yüreği kavrularak bakan, kimselere göstermeye kıyamayan, tertemiz sevdasıyla hayata veda eden vefakâr insan; Allah o dünyada yüzünü güldürsün...