TRT’de izlediğim en keyifli belgesellerden biridir Su Savaşları. İki Türk gönüllü Afrika’nın fakir ve suya muhtaç yerlerinde sondajla su arıyor. Bölgedeki insanların suya olan özlemini izlerken duygulanmamak elde değil. Gerçekten korkunç bir şey susuzluk!

Belgeselde suyu çıkaracak teknolojisi dahi olmayan bu insanların, sondajla suya kavuşması konu ediliyor.

Oysa sondaj dediğiniz nedir ki?

Ülkemizde ve Manisa’da milyonlarca sondajla bulunmuş su kaynağı var.

Ancak bizim bugün geldiğimiz noktanın 50-60 yıl gerisinde olan ya da geri bırakılan Afrika’da belki de yapılacak en anlamlı iş su bulmaktı.

Susuzluğun ne demek olduğunu anlamak açısından bu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.

Hele şu süreçte defalarca izlemek lazım.

Çünkü biz de ciddi bir susuzluk tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Üstelik bizim sorunumuz öyle sondaj açmakla da çözülecek gibi durmuyor.

Yağış olmazsa su kaynaklarımız da kuruyup gidecek.

Son günlerde hemen herkesin gündemi bu. Çünkü yetkili kurumlar bas bas bağırıyor.

Suyumuz bitiyor!

Hatta bazı illerde su kesintileri başladı. Manisa’da da susuzluğa bağlı su kesintileri yakındır.

Şimdi diyeceksiniz yağmur yağarken bu yazı niye?

Öyle birkaç gün yağmurun yağmasıyla ne barajlar dolar ne de yer altı su seviyeleri yükselir.

Bu yıl şuana kadar düşmesi gereken yağışın yarısı bile düşmedi. Bundan sonra ne olur bilinmez.

Ama gerçek olan şu ki bizi gelecekte bekleyen en büyük tehlike susuzluk.

Susuzluğun en önemli gerekçelerinden biri hiç şüphesiz ormanların yok olması ve ekolojik dengenin gittikçe bozulması. Doğaya nasıl davranırsanız karşılığını alıyorsunuz. Ama bugün yaşananların faturasını çocuklarımız ödememeli.      

Bu yüzden her yaşanan orman yangını, her imara açılan ormanlık alanlar bizi biraz daha susuzluğa doğru sürüklüyor.

Bilinçlenmemiz lazım ama nasıl?

Manisa Su ve Kanalizasyon İdaresi (MASKİ)’den birkaç rakam aldım.

Verilen bilgilere göre Manisa’da geçen yaz son 80 – 90 yılın en sıcak günleri yaşandı.

Felaket tablosu bununla da bitmiyor. Son 13 yılın en az yağışını aldık.

Mevcut yağışlar da anlık ve sağanak olarak gerçekleşiyor.

Hatta Sarıgöl, Turgutlu ve Saruhanlı ilçelerinde yaşanan sel felaketleri bu dengesiz, anlık yağışlara dayanıyor.

Gediz Ovası'nı sulayan Demirköprü Barajı'nda su seviyesi kritik seviyelere düştü. 1 milyar metreküp kapasiteli barajda 170 bin metreküp su kaldı.

Gölmarmara Gölünde derinlik ise 40 cm’ye düştü.

İzmir'e içme suyu sağlayan Gördes Barajı'nın doluluk oranı yüzde 5’lere düştü.

Tek ümit aralık, ocak ve şubat ayları…

MASKİ’nin işi ise gittikçe zorlaşıyor.

1,5 milyon nüfusa içme suyu temin eden MASKİ suların neredeyse tamamını sondajlar yoluyla elde ediyor.

Verilen bilgiler ilginç.

Şuan 2 binin üzerinde sondaj var. Son 5 yılda 400’den fazla yeni sondaj açıldı. Ancak, yeraltı su kaynaklarının azalması nedeniyle her geçen gün sondajlar kuruyor ya da su seviyeleri daha derinlere iniyor.

En çarpıcı detay ise şu;

15-20 yıl önce 50 metrelerde ulaşılan suya, bugün 400 metrelerde ulaşılıyor.

Bu ürkütücü.

Ülkemizde şuan kişi başına 1.346 metreküp su miktarı düşerken gerekli önlemleri almazsak 15-20 yıl sonra kişi başına düşen su miktarı 1.000 metreküpün altına düşecek.

Bu ne anlama mı geliyor?

Su kıtlığı çeken bir ülke olacağız.

Bu konuda MASKİ’nin mesajı anlamlı:

“İçme suyu, tarımsal sulama, sanayide suyun kullanımı ve su kaynaklarının kirletilmemesi gibi her alanda topyekün bir çalışma yapılmalı. Sadece MASKİ ile ilgili değil. Yani parklarda çok fazla su istemeyen çiçek ekiminden apartmanlardaki merdivenlerin yıkanmamasına, su kaynaklarına kirli su bırakılmamasına kadar her alanda sürdürülebilir su yönetimine geçmeliyiz.”

Sözün özü vatandaş suyu tasarruf ederken devlet de üstüne düşeni yapmalı. Herkes elini taşın altına koymazsa o hep konuştuğumuz ‘bir gün su savaşları olacak’ tahminiyle yüz yüze kalacağız.

YAĞMUR DUASI VE GELEN YORUMLAR

Geçtiğimiz cuma namazında hutbenin ana teması su tasarrufu konusuydu. Çok güzel örneklerle suyun israf edilmemesi anlatıldı. Suyun dikkatli kullanılması ve doğanın korunması konularında detaylı bir hutbe verildi.

Namazın ardından ise yağmur duası yapıldı. Eller hep birlikte semaya açıldı.

Haberler yayınlandıktan sonra gelen bazı yorum ve hakaretler geldiğimiz noktanın en az susuzluk kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor.

Duaya inanmaya bilirsiniz, saçma da bulabilirsiniz.

Ama saygı diye bir şey var. Hakaret, aşağılama niye? 

Üstelik o gün sadece dua edilmedi.

Su tasarrufu konusunda toplumsal bilincin oluşması amacıyla önce bilgi verilmiş, çağrıda bulunulmuş ve bu çağrı Cuma namazına giden milyonlarca insana ulaşmış, namaz sonrası ise dua edilmişti.

Yapılan hakaretlerin gerekçesi ‘niye ağaç dikmiyorsunuz da dua ediyorsunuz’ yaklaşımı.

Nerden biliyorsunuz orada dua eden insanların aynı zamanda ağaç dikmediğini, doğaya sahip çıkmadığını?

Her yapılan hakaret, hakarete uğrayanlarca misliyle tek tek sahiplerine iade edilince bir tartışma furyası başladı.

Sonuç mu?

Tartışacak, ayrışacak bir konumuz daha olmuş oldu.

Asıl meselemiz olan su mevzusu ise maalesef güme gitti.