Özdağ'ın açıklamaları şu şekilde:

"Bir devletin görevi, hem ülke bütünlüğünü sağlamak hem de vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini koruma altına almaktır. Ancak etnik terör gibi konularda esas olan örgütlerin toplumsal tabanlarını eritmek olmalıdır.

Terörle mücadelede, elinde silah olanların anladıkları dilden konuşmak esastır. Ancak mücadelenin bir diğer boyutu da ayrılıkçılıkla mücadeledir. Bunu şunun için söylüyorum, mücadeleyi sadece terörle sınırlı tutmak ayrılıkçı hareketlerin etkisiz hale getirilmesine yetmemektedir.

Doğu Timor'da bağımsızlık mücadelesi veren Bağımsız Doğu Timor Devrimci Cephesi (FRETILIN) 1979 yılına gelindiğinde Endonezya Ordusunun kararlı mücadelesi sonucu merkez komitesinin 55 üyesinden 52'sini, Yüksek Komutanlık üyelerinin yüzde 79'unu, toplumsal tabanı ve iletişim kanallarının tamamını kaybetmişti. Daha sonra Endonezya ordusunun sivilleri hedef alan uygulamaları, adalete aykırı tutumlar 80'li yıllarda şiddet içermeyen kent merkezli bir bağımsızlık hareketinin doğup canlanmasına neden olmuş, bu süreç Doğu Timor'u bağımsızlığa götürmüştür. Bu örnek bize ayrılıkçılıkla mücadelenin sadece terörle mücadele olmadığını gösteren eşsiz bir örnektir.Endonezya FRETILIN'i bitirdikten sonra Doğu Timorluların adalet duygularını kanatmayan bir politika izleyebilseydi bağımsızlık referandumunda farklı bir sonuç ortaya çıkabilir, Endonezya eski bir Portekiz sömürgesi olan bu toprak parçasını kaybetmeyebilirdi. Kayyum atanan belediyeler göreve geleli 5 ay oldu. Seçilen kişiler 5 ay önce bütün denetim ve soruşturma mekanizmalarından geçerek aday oldular.

Onların aday olmalarına cevaz veren mevcut yasalardır. Terör örgütüne destek olmak, belediyeleri örgütün beslenme kaynağı haline getirmek elbette bağışlanamaz.

Ancak bu tip tasarrufların vatandaşın adalet duygusunu incitmemesi, örgütü zayıflatmak isterken taban büyütmesine vesile olmaması için de yasal yolların kullanılması şarttır. Siyasi bir tasarrufla görevden almak örgüte malzeme vermekten başka işe yaramaz.

Kısa bir süre önce o örgütün liderinin mektubu devletin resmi ajansında okunmuş, örgütün ikinci adamı da televizyona çıkarılmıştır. Çözüm sürecine kadar görevden alınan belediye başkanlarının partilerinin oyu hiç bir seçimde yüzde 6'yı geçmemiştir.

Çözüm süreci ile birlikte örgüt kendine yeni etki alanları edinmiş, oyunu yüzde 13'lere kadar çıkarmıştır. Bu büyütmenin sorumluluğu tamamen AK Parti ve onun yönetimine aittir.

Yürütmenin bu tasarrufuyla örgütle tabanı arasında gevşemeye başlayan bağların güçleneceği muhakkaktır. Doğru olan belediyelerin hukuki ve idari açıdan iyi denetlenmesi ve bu tip kararların kuvvetli suç delillerinin ortaya çıkması halinde yargı tarafından yapılmasıdır.

HDP/PKK çizgisinin önceden beri ileri sürdüğü -Kürtlere ayrımcılık yapılıyor propagandalarını doğrulayacaktır. Üstelik meselenin uluslararası hukuk açısından da Türkiye'ye zarar verecek yönleri vardır.

Uluslararası hukuk siyasi katılımı engellenene haklara bulundukları devletten boşanma hakkı vermektedir. Bir karar alınırken tüm yönleri ile düşünülmesi gerekir. Aksi takdirde amaçlanan sonuçların tam tersiyle karşılaşmak mümkündür.

Atılan adımlar, yapılan tasarruflar, HDP tabanında ki ayrışma, birlikte yaşamama duygusunu daha da derinleştirmemelidir. Bu devlet “benim” diyenlerin sayısını çoğaltmak, ayrılıkçıların sayısını azaltmak Devleti yönetenlerin asli görevi olmalıdır."
Editör: TE Bilişim