1950 yılında yaşanmış bir hatıra.
Torunu tarafından kısaca anlatılan, nacizane hikayeleştirmeye çalıştığım, yürek burkan bir yaşanmışlık...
Mustafa küçükken dedesiyle babası konuşurken "Manisalı'yı ziyaret ettim. Yarın Manisalı'yı ziyarete gideceğim ."Gibi sözler duyar , küçük olduğu için pek anlam veremezdi.
Biraz büyüyünce sık sık duyduğu bu "Manisalı" konusunun ne olduğunu sorar.
Dedesi hüzünlenir, derin bir iç çeker sonra anlatır:
"Türkiye'nin yeni yeni geliştiği, verem , tifo, dizanteri gibi hastalıkların yaygın olduğu bir dönemde askeri tabip olarak görevliydim.
Bu salgınların kökünü kazımak için, canla başla çalışıyorduk.
Askerlerin yanında sivil halka da hizmet veriyorduk.
Maraş'ın Elbistan ilçesindeydim.
Son günlerde artan dizanteri ve verem vakalarıyla etkili mücadele etmek için, birkaç köyün yolunun kesiştiği bir yerde iki katlı bir evi ,muhtarın da yardımıyla muayenehaneye çevirdik.
Yanımda sıhhiye birliğinden üç asker vardı.
Bunlardan Ahmet çok farklı biriydi. Sessiz, mazlum, her an emre amade boynu bükük biriydi.
Görünüşünün aksine, işinde çevik ve çabuktu.
İğneleri, enjektörleri, ispirto ocağında kaynatıp sterilize ediyor, hastanın canını yakmadan iğne yapıyor, pansuman , cilt temizliği gibi , bizim için elzem olan şeyleri dikkat ve ustalıkla hallediyordu.
Ahmet benim elim ayağımdı.
Söylediğim, öğrettiğim her şeyi anında kapıyordu.
Arkadaşları Ahmet'e "Manisalı" diyordu.
Artık bende Ahmet'e Manisalı demeye başladım.
Bir mola anında bu sessiz, çalışkan çocuğu tanımak için sorular sordum.
Yetimhanede büyümüştü, Manisalı'ydı, kimsesi yoktu, kitap okumayı, tıbbi konularla uğraşmayı çok seviyordu.
6-7 yaşlarındayken hayatta olan dedesi onu Spil Dağı’na götürür , şifalı otları gösterir, nasıl kullanılacağını anlatırmış.
Ahmet düşüp dizini yaraladığında, dedesi hemen büyükçe bir çınar yaprağını yıkayıp, yarayı tuzlu suyla temizleyip sarmış.
Tuzun her mikrobu öldürdüğünü Ahmet'e anlatmış.
Ahmet mikrop ve yara temizlemenin ne demek olduğunu o gün öğrenmiş .
Dedesiyle ilgili bu kısa hatıradan başka bir anısı yok. Sonra dedesi vefat etmiş ve yetimhane yılları...
Az konuşan, çok çalışan bu çocuğa kanım kaynamıştı.
-Manisalı, bir sıkıntın olunca hiç çekinmeden bana söyleyeceksin.
Burada senin bir ağabeyin var. Tamam mı?
Dedim, yüzü kızardı mahcup olmuştu gülümsedi.
-Sağ olun komutanım. Siz böyle dedikten sonra benim ne sıkıntım olur gari... dedi.
O günden sonra Manisalı benim sağ kolumdu.
Bulunduğumuz ev büyük bir bahçenin içinde, hepsi aynı bahçeyi paylaşan üç evden biriydi.
Bahçede sürekli su çekilen bir kuyu , sabahın ilk saatlerinde ortalığı ayağa kaldıran horoz, tavuk sesleri , kuyunun boşalan çıkrığının sesi, bizim günlük doğal senfonimizdi.
Hele sabah ortaklıkta henüz kimse yokken, bahçeye çıkan tavukların peşinden koşan, onları korkutan Arap ;hepimizin birtanesiydi.
O da sevildiğini biliyor , şımardıkça şımarıyordu.
Eylül ayından sonra hasta sayısı daha çok arttı.
Hastaları tedavi ederken kendimizi de korumamız gerekiyordu.
Hafta sonları akşama kadar hastalara iğne ilaç veriyorduk.
Her sabah hastalarla uğraşırken bahçeden gelen çıkrık sesi ,Arap'tan korktukları için bağıran tavuklar , bahçedeki koşuşturma, bana bir çeşit hayat devam ediyorum umuduydu.
İyileşen hastalar bizi sevindiriyordu.
Aralık ayı grip ve nezlenin tavan yaptığı bir aydı.
Eğer grip olursam bünyem zayıf düşer, herhangi bir hastalığa kolayca yakalanırdım.
Öyle de oldu.
Bir sabah uyandığımda başım kazan gibi , kulaklarım uğulduyor, boğazım yanıyordu. Ayağa kalktım, ancak öyle halsizdim ki tekrar yattım.
Ateşim yükselmişti.
Manisalı beni, öyle görünce hemen soba yanan odaya götürdü.
Üstümü örttü, ateş düşürücü verdi. Ama ben zaman geçtikçe daha kötüleşiyordum.
Sonradan öğrendiğime göre gece
yarısına doğru ara ara kendime geliyor, Manisalı'ya:
-Sabah olursa , horozlar öter, tavuklar bağırırsa, kuyunun çıkrık sesi gelirse ben iyileşirim... Manisalı eğer sabah ezanının sesini duyarsam ben iyileşirim.
Ezan sesini duyarsam , horoz öterse. ..
Diye sürekli sayıklamışım.
Ertesi gün gelen doktor benim için yapılacak fazla bir şey olmadığını söylemiş.
"Her şey Allah'ın takdiri. Allah'tan ümit kesilmez" diyerek gitmiş.
Ben yine gecenin bir vakti , ateşler içinde, sayıklamaya devam ederken...
Birden bir ezan sesi, arkasından kuyunun boşalan çıkrığının sesi, Arap'tan kaçan tavuklar..
Tekrar çıkrık sesi...Horozun bağırışı.
Allah'ım bu mucizeydi.
Kuyunun çıkrık sesi durunca, tavukların bağırtısı başlıyordu.
Yavaş yavaş ateşim düştü, nefes alışlarım düzeldi, derin bir uykuya daldım.
Ertesi gün sanki ölümle burun buruna gelen ben değilmişim gibi iyileşmiştim.
Ağrım, sızım geçmişti.
Sadece halsizdim.
Bir hafta sonra ayaktaydım.
Ancak tuhaf bir durum vardı ,Manisalı ortada görünmüyordu .
Sorduğumda hasta olduğunu söylediler.
Yanına gittim , gencecik çocuk bitkin bir halde yatıyordu.
-Geçmiş olsun Manisalı ,sen de mi hastalandın ?
Bitkin bir halde :
- Siz iyi oldunuz ya. Gari ölsem de gam yemem dedi.
Bir hafta içinde Manisalı’yı kaybettik!
Çok üzgündüm.
böylesine iyi bir çocuk nasıl hasta olmuş, nasıl ölmüştü?..
Asker arkadaşına aynı soruyu sorunca çocuk şaşırdı:
-Komutanım haberiniz yok mu?
-Neden haberim yok?
Diye sorunca anlattı.
O gece ben yine ateşler içinde: ezan sesi , kuyunun çıkrık sesi , tavukların sesi gelirse iyileştirin diye sayıklarken... Manisalı arkadaşını benim başımda bırakıp, o soğuk, karlı havada, gecenin üçünde bahçeye çıkmış.
Ezan okumuş, kuyunun çıkrığını çalıştırmış, kümesi açıp tavukları sopayla dışarıya kovalamış, tekrar kuyuya , tekrar tavuklara koşmuş...Ta ki o sesleri bana duyuruncaya kadar...
Tahmin ettiği gibi o sesler beni hayata döndürdü, ama Manisalı zatürre oldu...
Sırf beni hayata döndürmek için kendisini feda eden o Manisalı eri hiç unutmadım.
Ölmeden önce:
-Komutanım benim Allah'tan başka kimsem yok ,eğer ölürsem bana bir Fatiha okursun gari...
Aklına geldikçe...
Demişti.
Hayatımda Manisalı kadar beni ağlatan, ölümü yüreğimi yakan başka bir şey olmadı.
Fırsat buldukça Manisalı erin mezarını ziyaret ederim..."
Diye torununa Manisalı fedakâr erin hikayesini anlatmış.
Kısacık ömründe unutulmaz bir anı bırakan Manisalı 'ya ve bu dünyadan göçenlere Allah rahmet eylesin...