1971 yılında trafik kazası geçirmiştim.
Yağmurlu bir pazar günü freni patlayan bir kamyon bana çarpmıştı.
O an acı macı duymadım.
Bayılmışım.
Gözümü açtığımda, Manisa Devlet Hastanesindeydim. Neden orada olduğumu anlamaya , olanları hatırlamaya çalışıyor ancak zihnimi toparlayamıyordum.
Dalıp dalıp uyanıyor, neden hastanedeyim sorusunun cevabını bulamıyordum.
Sonra yavaş yavaş, parça parça kazayı hatırlamaya başladım.
Başımın sağ arka tarafında dikişler vardı .
Doktorların korktuğunun aksine çabuk toparladım.
Hemşireler beni yatakta tutamıyorlardı.
İğne ilaç faslı bittikten sonra hemen yerimden fırlıyor, bütün hastaneyi dolaşıyordum.
Hastalara geçmiş olsun diyor, tanışıyor, sağlık diliyordum.
Bütün katlardaki hastaları aşağı yukarı tanımıştım.
Tabii beni odamda bulamayan hemsire ve hastabakıcılar fellik fellik beni arıyorlardı.
Bu arada ziyaretçilerim de geliyordu.
Hastanede ikinci günümdü, rahmetli büyük halam beni ziyarete gelmiş, üzüntü ve telaş içinde üstümü örtüyor, sürekli; "Ağrıyan bir yerin var mı?" diye soruyor, iyi olduğuma
inanmıyordu.
O sırada elinde bir şişe limon kolonyasıyla, ufak tefek, esmer, zayıf, çekingen bir adam geldi.
Bana çarpan kamyonun şoförüymüş .
Korku içinde, "Nasılsın kızım?" dedi.
Adamın o hali içime dokunmuştu.
"İyiyim amca" dedim.
Halam hemen atıldı, "Ne iyisi ? Çocuğun her tarafı dikiş içinde! O, çocuk olduğu için ağrısını bilmiyor. Çocuğun her tarafı kırık. Kızımızın bir sürü şikayeti var" dedi.
Ben tekrar "Yok iyiyim" deyince, halam bana kötü kötü bakıp; "Sen ne biliyorsun! Sus bakalım! Sen yaralısın! Bu dikkatsiz şoför yüzünden" diyerek beni susturdu.
Zavallı adam üzüntülü bir şekilde gitmek zorunda kaldı.
Adam gidince halam sinirle, "Niye iyiyim diyorsun? Adam mahkemeye çıkacak. Sen iyiyim dersen ceza vermezler" dedi.
"Ceza verirlerse ne olur?" dedim.
"Ne olacak hapise girer, bir de tazminat öder, aklı başına gelir" dedi.
Adam zaten garibandı, kaza yaptığı için büyük korku yaşıyordu.
Ben bir hafta içinde iyileşmişitim. Dikişlerim de alınmıştı.
Mahkemede şikâyetçi olmadığımızı söyledik.
Ama ben rahmetli halamın "Sen sus! Çocuksun, ağrını sızını bilmezsin! Kızımızın her tarafı kırık!" deyişini, bir de kaza olmadan önceki gecekimi rüyamı hiç unutmuyorum.

Rüyamda kendimi kuyu gibi derin bir çukurda gördüğümü, çukurdan çıkmak için saatlerce kan ter içinde çabaladığımı; kuyudan kurtulunca da derin bir nefes alıp uyandığımı sürekli hatırlıyorum.

Aynı şeyi 94 yılında ameliyattan sonra da yaşamıştım.
Bunu daha önce de yazmıştım.
L şeklinde derin, üzerinde raylar döşeli beton bir kanalın içindeydim.
Kanalın iki tarafında çıkış vardı. Ancak rayların üzerinde bir lokomotif, ben hangi çıkışa doğru yönelirsem oraya geliyordu.
Lokomotifin kulakları sağır edici gürültüsü , korkunç görüntüsü ve benim kurtulmak için çabalarım...
Öyle yorulmuş öyle halsiz düşmüştüm ki...
Ama ümidimi yitirmemiştim.
Sonra aklıma, lokomotifin gittiği yönün aksine gitmek geldi.
Lokomotif, labirentin uzun yönüne doğru giderken , ben son bir hamleyle aksi yöndeki çıkışa gittim ve kurtuldum...
Gözlerimi açtığımda saat gecenin ikisi ve hastanenin bütün doktorları başımdaydı.

Yüzünde biriken teri silen doktorum "Nasılsın?" dedi.
"Iyiyim " diye cevap verdim.

Yanındaki doktor, "İyi mi, ne iyisi? Bir saattir seninle uğraşıyoruz. Nabzın gitti, bütün hayati fonksiyonların neredeyse durdu...Neyse şükür atlattın" dedi.
O an kolumdaki serumu , sağımda , solumdaki kablo ve ince hortumları gördüm.
Sonra rüyamı hatırladım.
Labirent o an yaşadığım ölüm kalım mücadelesiydi.
Lokomotifin sesi aslında kalp atışlarım, çıkış için koşturmam ise yaşamak için çırpınmalarımmış...
Bu iki olayda gördüğüm rüyalar bile , şükretmek için ne çok sebep olduğunun ispatı...
Bir de bazı rüyalar, insana yaşayacağı şeyleri önceden anlatıyor.
Aradan bunca yıl geçmesine rağmen, gördüğüm bu iki rüyayı ve yaşadığım bu iki olayı çok net hatırlıyorum...