Oğlu ilk maaşını almıştı. 
Annesine :
-Bu güne kadar her şeyi sen ödedin, banka borcu, ev masrafları, bizim harçlıklarımız.
Her şeyi tek başına idare ettin. Bugün maaşımı aldım. Dışarda yemek yiyoruz, hesabı ben ödeyeceğim dedi.
Annesi çok mutlu olmuştu. Oğlu büyümüş de annesini yemeğe götürüyordu. 
Kasım ayının son günü, yağmurlu, soğuk bir Manisa akşamında, ana-oğul Manisa-İzmir yolu üzerinde bir yere yemeğe gittiler...
Yemek çok güzel geçmişti. 
Oğlu hesabı ödedi, artık eve dönüyorlardı.
Annesi öyle duygulanmıştı ki;
-Tuttuğun altın olsun, Allah tüm dualarını kabul etsin. Rabbim yar ve  yardımcın olsun dedi. Daha fazla konuşamadı, gözleri dolmuş, hıçkırıklar boğazına düğümlenmişti.
İçinden;
-Bu günleri gösterdiğin için şükürler olsun Allah'ım diye geçirdi. 
İşte o an anne yirmi yıl öncesine gitti.
Oğlu henüz dört yaşını doldurmadan babasını kaybetmişti. 
Oğlunun ilk bayram namazına gidişini hatırladı. Oğluna abdest aldırıp, camiye gönderirken;
-Amcalara bak onlarla bir hareket et.
Hocayla birlikte ezberindeki duaları oku. İnsanlar dağılmaya başlayınca hemen eve gel... diye sıkı sıkı tembihlemiş, oğlunu geçirdikten sonra, gözyaşları içinde,  pencereden oğlu gözden kaybolunca kadar  arkasından bakmıştı..
Okulu olmadığı günlerde oğlu Cuma namazına hep tek başına gitmişti. 
Şimdi düşünüyordu da, İslamiyet sevgı, kardeşlik diniydi... Peki hiç mi bir müslümanın dikkatini, bu küçük çocuk çekmemişti. 
Hani yetimin saçını okşamak sevaptı?
Bir de oğlu henüz beş yaşındayken öğlen saat birden sonra ısrarla dışarıya çıkmak istiyor, ağlıyordu. Annesi sıcakta dışarıya çıkmasını istemiyor ,oğlu ısrar ediyordu. Annesi bu ısrarın sebebini merak edip, oğlunu dışarıya bıraktı, kendisi de perdenin arkasından oğlu nereye gidiyor diye baktı. 
Oğlu bahçeden koşarak çıktı, karşıdan gelen yaşlı adamlara doğru :
-Dede, dedem diye koşup, ortadaki yaşlı adamın kucağına zıpladı.
Yaşlı adam küçük çocuğu kucakladı,  saçlarını okşadı sevdi, öptü evlerinin önünden geçerken çocuğu kucağından  bıraktı. 
Pencereden her şeyi gören anne, bu manzara karşısında için için ağlamıştı.
Babasını kaybeden, dedesi de olmayan  oğlu, öğle namazına giden yaşlılardan kendisine iki dede seçmişti. 
Öğle ve ikindi namazına  gidip, dönen dedelerine koşup, sarılmak oğlunun en sevdiği şeydi.
Annesi yakın çevresini düşündü. 
Ne teyzeleri, ne de dayıları çocuklarının yalnızlığıyla hiç ilgilenmeyip, hep eleştiri ve kendi çocuklarıyla kıyaslama yapmışlardı. Oysa o iki çocuğun eleştiriye değil, sadece sevgiye, desteğe ihtiyacı vardı. 
Ne yazık ki bu desteği asla görmemişlerdi. 
Sonra lise ve üniversite yılları hep bu yalnızlık içinde geçmiş, annenin kızı da oğlu da kendi çabalarıyla okulu bitirmişlerdi...
Allah'tan başka  hiç kimseden   maddi, manevi destek almadan bu günlere gelmek...
Çok şükür ki Allah hep yardımcıları olmuş, anneyle çocuklarını her türlü kötülükten korumuştu. 
Zaten anne kimseden maddi destek beklemiyordu. Onun tek beklentisi manevi destekti. 
Ancak yüce yaradan, "Allah'ım beni muhtacına muhtaç etme. Tek muhtaçlığım sana olsun" diye dua eden annenin duasını kabul etmiş, kimseye boyun eģdirmemiş, muhtaç etmemişti. 
Yıllar gelmiş geçmiş, yüreğini delmiş geçmişti.
Şükürler olsun ki oğlu artık ayakları üzerinde duruyordu. Allah'a, nasip ettigi bugünler için binlerce şükür ediyor, şükrederken bir yandan da yaşadığı o günleri hatırlıyor, sevinç gözyaşları içinde tekrar hamdediyordu. 
Oğlu arabayı park ederken, gecenin karanlığında, Manisa'nın güneyini doğudan batıya karabulutlar gibi saran, karanlıkta bir kat daha heybetli görünen Spil Dağına baktı. Gözyaşlarını silerken;
-Acı günler artık geçti, bunlar sevinç ve şükür gözyaşları dert ortağım. Bu gece pek karanlıksın. Demek ki yarın hava güzel olacak" dedi.
Oğlu yanına gelip;
-Kiminle konuşuyorsun anne?
Diye sorunca:
-Hiç senin için Allah'a dua ediyor,  şükrediyorum dedi.
Hayatında olmadığı kadar mutluydu.
Allah bütün annelere evlatlarının mutluluğunu ve başarısını görmeyi nasip etsin.