Hatırladıkça kendime hem kızdığım, hem güldüğüm bir anıdır.
1979 veya 1980 yılıydı. Kasım ayı havanın iyice soğuduğu, kışın kendisini iyiden iyiye hissettirdiği bir gün.
Belediye otobüsündeydim, istasyondan otobüse orta yaşlı, orta boylu, başında yanları kıvrık, içi  tüylü kahverengi deri şapka olan,  kahverengi paltolu, küçük burunlu, dudakları ince, çekik gözlü yuvarlak yüzlü elmacık kemikleri belirgin, tipik bir "Çinli " bindi.
Aman Allah'ım, Manisa'da bir Çinli…
Ben adamı hayretle süzerken aklımdan bin türlü senaryo geçiyordu.
Adam belki Çin'de çok baskı işkence gördüğü için Türkiye'ye kaçmıştı. Belki ailesi Çin'de kalmıştı, belki ailesine duyduğu özlem ve çektiği acılar yüzünden, böyle bezgin bir hali vardı.
Bu kadar şehir içinde Manisa'ya nasıl gelmişti.
Ah bir Türkçe biliyor olsa kim bilir neler anlatırdı.
Adamın görüntüsü bana o kadar ilginç gelmişti ki,  benimle aynı durakta inince şaşkınlığım iyice arttı.
Demek ki aynı semtte oturuyorduk...
İyi de bu Çinli nerede kalıyordu?
Aklımda bu sorular eve geldim. İkindi çayı hazırladım, o sırada kardeşlerim de geldi.
Çay içerken heyecanla babama kardeşlerime, otobüste gördüğüm, Türkiye 'ye kaçan Çinli’yi anlatmaya başladım.
Hepsi beni merakla dinliyordu. Ben adamın tipini tarif edip , nasıl bir baskı gördü de kaçtı diye çekmiş olduğu acıları da ekleyerek , dramatik bir şekilde anlatıyordum ki. ..
Kardeşim gülerek :
-Abla o Cevdet'in babası, onlar Tatar demez mi?
Evde bir kahkaha koptu ki anlatamam...
Meğer bizim mahallede oturan, adını duyduğum ama kendisini hiç  görmediğim Tatarların babasıymış o Çinli!  
Tabii benim "Manisa'da bir Çinli " hayalim, hikayem de orada bitti.