Kapitalizmin, paranın, maddenin en önemli en geçerli ölçüt olduğu bir dünyadayız artık. 
Şanslı mıyız şanssız mı? 
Buna cevap ararken biraz mantık yürütelim mi? 
Artık 'eskiden' sözcüğü ile başlayan cümlelerin anlamını yitirdiğini, geçerliliğinin kalmadığını görüyorum. 
Aslında konunun üzücü tarafı da bu. 
Çünkü insanlar ‘eskiden olan biteni’ anlamaktan iyice uzaklaştı. 
Mesela 'söz vermek...' 
Eskiden söz ağızdan çıkardı çünkü. Şimdi de ağızdan çıkıyor ama buhar olup gidiyor. 
Yalan söylemek son derece sıradan bir insan davranışına dönüştü. 
Çünkü kimyamız değişti. 
Ticari hayatımızda günlük hayatımızda ve diğer ilişkilerde doğrucu olmak aptallıkla eşdeğer haline geldi. 
Artık imzaların bile sahtesi türedi. 
Arkadaş, dost, ahbap kavramları gerçek manasını çoktan yitirdi. 
Kardeş kardeşine, baba evladına güvenemez oldu. 
Kapitalizm bize sadece para üzerinden, menfaat üzerinden giden bir yol çizdi. Şimdi o yolda yarışırcasına ilerliyoruz. 
Acımak yok, vicdan yok... 
Günlük ilişkilerimizi artık kapitalizmin araçları belirliyor. 
Fecabook'ta zaman zaman 'şu kişi yakınında mesaj at' bildirimi geliyor. Adamlar aradaki mesafeyi ölçüp sözde tavsiyede bulunuyor. 
Onlar kendi mecralarının daha çok kullanılması, tıklanması derdindeyken biz samimiyetten uzaklaşıyoruz.
Nedensiz görüşmüyoruz. Sadece sohbet için en son ne zaman bir dostunuzla buluştunuz.  
Mesajlara, klavyeye mahkum bir topluluk olma yolunda başarı ile ilerliyoruz!
Halbuki eskiden yüz yüze iletişim kurardık. Birbirimizi başkalarından sorarak bulurduk. 
Bir gün önceden buluşacağımız yeri belirler saat verirdik. 
Hani şu sözün senet olduğu yıllar var ya...
Şimdi ne senedin ne çekin bir hükmü var.
Varsa yoksa para.
İBAN dostlukları…  
Menfaatler hesaplanıyor, dostluk hesap tanımına girmiyor.  
Bunun normalleşmesi çok acı.
İşte o yüzden hunharca cinayetlere, kavgalara ve şiddete şahit oluyoruz. İnsanlar o kadar çok paraya odaklanmış ki vicdan, merhamet ve akıl, hırsın çok gerisine düşmüş. 
Bir torun ninesinin maaşını alabilmek için onu öldürüyorsa bu sıradan bir cinayet değildir. Toplumun gelmiş olduğu noktanın tam anlamı ile tarifidir. 
Ve bu cinayetler sadece cahil insanlar arasında değil, kültür seviyesi yüksek insanlar arasında da yaşanıyor. 
Toplumun her kademesinde kokuşmuşluk. 
Hırs her türlü belaya sürüklüyor bizi...
Bakın okuduğum bir kıssadan hisseyi size aynen aktarayım. 
Zamanın akıllı geçinenlerinden güngörmüş bir zatın yolu her nasılsa bir gün bir tımarhaneye düşmüş. Garip hareketler yaparak oradan oraya dolaşan delilerden birine sormuş:
– Kaç yıldır buradasın?
– Senesini bende unuttum. Aslında deli falan da değilim. Nedense bir kez paçayı kaptırdım ve bir daha kurtulamıyorum.
Adam meraklanmış:
– Peki seni ne diye burada tutuyorlar.
– Buradaki tabiblerden mazarratlı (zararlı) harfleri saymalarını istiyorum, bana cevap vermiyorlar. Bu sefer ben onlara sayıyorum, beni urganla bağlıyorlar.
Tecrübeli zat, karşısındakinin deliliğine hükmederek biraz gülümsemiş. İçinden,”Hiç mazarratlı harf olur muymuş?” diye geçirirken deli sormuş:
– Peki efendi! Siz biliyor musunuz mazarratlı harfleri?
– Yoook! Söylesen de öğrensek!
Deli gayet ciddi bir tavır takınarak saymış
– Mazarratlı harfler üçtür Tı (t) mim (m) ve ayın (a).
– Ben bir şey anlamadım!
– Ben şimdi sana anlatayım da deli olup olmadığıma karar ver, “tı”,”mim” ve “ayın” harfleri “tama” (doymazlık, açgözlülük, hırs) kelimesinin harfleridir. Kim ömründe tamahkar ve haris olursa bunun cezasını çeker. Onun için bu üç harf mazarratlıdır. Benden size nasihat; sakın ola ki tamahkar olmayasınız.
Tecrübeli zat, deliye teşekkür etmiş ve yanından ayrılmış. Bir müddet sonra işlerini bitirip tımarhanenin kapısından çıkmak üzereyken aynı deli oturduğu yerden ona yine seslenmiş:
– Efendiii! Efendiii!… Birazcık gelir misin?
Adam dönüp delinin yanına varmış:
– Buyur, bir şey mi söyleyeceksin?
– Efendi! Sen iyi bir adama benziyorsun. Beni buraya getirdikleri zaman cebimde bir kese dolusu sarı liralar var idi. Elimden alırlar diye kimseye söyleyemedim. İçeri girdiğim sırada kimseye çaktırmadan şu kapının yanındaki direğin tepesine koymuştum. Zaten burada da para neme lazım? Bu para sana anamın ak sütü gibi helal olsun, al götür.
Bunu duyan tecrübeli zat birden tamaha kapılmış. Altın hırsı, sağlıklı düşünmesini ve delinin bu sözündeki mantıksızlığı anlamasını engellemiş.
Direğe bakmış bir hayli yüksek.
Deliye dönmüş yavaşça:
– Peki güzel de ben direğin tepesine nasıl yetişeceğim?
Deli, bunun üzerine adamın elinden tutmuş. Direğin yanına yaklaşmış ve omzunu direğe yaslayıp,
– Haydi, omzuma bas ve oraya uzan.
Adam delinin omzuna basıp direğin tepesine uzanmaya çalışırken deli birden altından çekilivermesin mi? Adam paldır küldür yuvarlandığı yerde debelenirken deli, şu akıllı sözleri söylemekteymiş.
– Be hey sersem! Sana tamahtan kendini koru demedim mi? Ne çabuk unuttun. Delide para ne gezer. Haydi var diyelim, direğin tepesine para saklanır mı? Var şimdi çek hırsının cezasını!…”
Hırs aklın önüne geçmişse insanlık, samimiyet hariç her şeyi bekleyin.
Aaslında her şeyimiz var ama aslında hiçbir şeyimiz kalmadı.  
Şanslı mıyız şanssız mı? 
Takdir sizin.
Kalın sağlıcakla…