1970'li yıllardan ilginç  bir hatıra...
"Manisa Organize Sanayi Bölgesinde bir işletmenin müdürüydüm.  
Çalıştığım firma her geçen gün gelişiyor, ürünleri piyasada kendisine yer buluyordu. 
Bu gelişme beni mutlu ediyordu.
İşletmenin bütün birimlerini kontrol ediyor, nasıl daha verimli oluruzun cevabını araştırıyordum.
O günlerde Afyon'da bir tanıtım toplantısına gitmem gerekiyordu.
Cuma gecesi kendi arabamla yola çıkarsam, sabahın ilk saatlerinde otelde olacaktım. 
Toplantı aynı otelde , öğleden  sonra saat 2 de yapılacağı  için, bir kaç saat uyuyup, dinlenmiş bir halde toplantıya katılacaktım.
Önümde daha iki gün vardı.
Perşembe günü eve geldiğimde  annemler, İzmir'de yaşayan kız kardeşim, eşi çocukları bize gelmişlerdi.
Hafta sonunu bizde geçireceklerdi.
Benim çocuklarım , kızkardeşimin çocukları, eşim, babam, annem ev curcunaya dönmüştü.
İçimden 'Keşke cumartesi günü gelseydiniz. Perşembeden gelmek niye?' diye geçiriyordum.
Kız kardeşimin eşi izinli, okullar da ara tatilinde olduğu için akrabalarını geziyorlardı.
O gece çocukların gürültüsünden başım şişti.
Defalarca çocukları uyardım.
Gece hiç uyuyamadım.
Ertesi akşam yemekten sonra  yatacağımı, gece dörtte yola çıkacağımı, bu yüzden evde gürültü istemediğimi söyledim.
Saat onda yattım. Ancak çocukların gürültüsünden,diğerlerinin sohbetinden, kahkahasından uyumak ne mümkün?
İki üç kez öfkeyle salona gidip sessiz olmaları için  bağırdım.
Saat gecenin yarısı olduğu halde ne yatıyorlar ne de susuyorlardı.
Bağırmam canlarını sıkmıştı ama , çocukların şımarıklığı devam ediyordu.
Nedense sonra dalmışım.
Saatin sesiyle uyandım .
Çantam hazırdı , elimi yüzümü yıkayıp giyindim, salonun ışığı yanıyordu. İçeride bütün aile sessizce oturuyordu. 
Hepsinin bakışlarında kırgınlık vardı.
'Hoşçakalın' diyerek yola çıktım.
Bu saatte yollarda pek araba olmazdı.
Olsa olsa kamyon ya da otobüs olurdu , yani yolların kralı bendim.
Manisa'dan çıktım ,arabanın teybini açtım ama çalışmadı. 
Canım sıkılmıştı.
Afyon'a doğru hızla yol alıyordum.
İşin tuhafı şu ana kadar yolda tek  bir araca rastlamamıştım.
 İlk benzinlikte durup , hem benzin alıp, hem biraz dinlenecektim.
Nihayet benzinliğe geldim.
Arabayı durdurdum.
Işıklar yanıyordu, ama görünürde kimse yoktu.
Biraz bekleyip arabadan indim.
İçeriye doğru, 'Kimse yok mu?' diye seslendim.
Sadece rüzgarla açılıp kapanan kapının sesini duydum. İçeriye girdim, açık pencereden gelen rüzgarla havalanan kağıtlar, gazeteler, bomboş bir benzinlik.
Köşede küçük bir tüp, üzerinde çaydanlık vardı. 
Demlik hala sıcaktı.
Tekrar dışarıya çıktım, çevreye baktım.
Allah'ım bu ne korkunç bir sessizlik...
Sessizliğin insanı deli eden sesi içimi ürpertiyordu.
Neden bu yoldan tek bir araba geçmiyordu, niçin benzinlikte kimse yoktu?
Bu korkunç sessizliğin sebebi neydi?
Kış olmasına rağmen hava neden bu kadar  sıkıcı  ve boğucuydu ?
Korkuya kapılmıştım, benzinliğin önünde ileri geri yürüyerek, sesimi birine duyurmak ümidiyle bağırıyordum.
Bir ses Allah'ım , bir insan sesi  bana cevap versin diye yalvarıyordum.
Böyle çaresizlik içinde, insanın ruhunu sıkan bu sessizlikte , ne kadar zaman geçirdim bilmiyorum. 
Sonra aklıma arabaya binip , buradan uzaklaşmak geldi.
Arabayı çalıştırdım, motordan ses gelmiyordu. 
Araba sarsılıyor, çalışıyor ama ses yok...
Soğuk soğuk terledim. Sağır mı olmuştum?
Yola çıktım,on kilometre sonra bir benzinlik görünce öyle sevindim ki.
Biraz önce yaşadığım kâbustan  kurtulmuş...muydum?
Hayır  burada da kimse yoktu, bir önceki  benzinlik gibi her yer açık, ama  in cin top oynuyordu...
Ses yok , soluk yok , insan yok , hayat yok...
'Bu nedir Allah'ım ! Neden hiç kimse yok?' diye kıvranırken, evden çıkarken hiç kimsenin benimle konuşmadığını, herkesin bana sitemle baktığını hatırladım.
Saatlerdir bir canlıya rastlamamış, bir insan sesi duymamıştım. 
Benzinlikler terkedilmiş gibiydi...
Arabanın teybi de çalışmamıştı.
Hala yolda  tek bir arabaya rastlamamıştım.
Korkum iyice arttı, panikle arabaya doğru yürüdüm, o an aklıma geldi saate baktım...
Delirecek gibiydim , en az iki buçuk saattir yoldaydım. 
Tekrar baktım saat dört.
Bir anda alarm çalmaya başladı, öyle güçlü bir alarm ki ,sesi âdeta ortalığı yıkıyordu...
'Ses! Ses!' diye ürpererek sıçradım.
Korkuyla gözlerimi açtım, gördüğüm bir kâbustu.
Ama öyle gerçekçiydi ki...
Kan ter içinde kalmıştım.
Eşim uyandı, 'Gitmene gerek yok , patronun aradı, toplantı iptal edilmiş, kızarsın diye seni uyandırmadım. şimdiyi bekledim' dedi.
Toplantı iptal edilmese de Afyon'a gündüz gidecektim.
Gördüğüm kâbus aklımı başıma getirmişti. Anneme , babama, kardeşime, çocuklarıma yok yere bağırıp, kalplerini kırmıştım.
Onlardan özür dileyip gönüllerini almam gerekiyordu.
Ben işim için ne çok bencillik yapmıştım. 
Oysa sevdiklerim olmasa, mevkinin, işin, paranın ne önemi vardı?
Her şey insanla güzel...
İnsanın olmadığı evler iş yerleri, köşkler, saraylar , bağlar, bahçeler bir anlam ifade etmez ki' diye sözünü tamamladı İhsan Bey.

Evet her şey insanla ama  iyi insanlarla güzel.
Değer bilen, güzel  ahlâklı, saygı duyan, seven, yardım eden, paylaşan, dertlere çare olmaya çalışan, merhametli, iyi niyetli  insanlarla, her şey çok daha güzel...