Bugün bir hafta içinde yaşadığım ilginçlikleri ve bende bıraktığı izleri sizinle paylaşmak istedim.

4 günlük bir KKTC ziyareti diye yola çıktık, ancak daha yolda yoğun bir trafik karmaşası, hava alanına vaktinde yetişir miyiz endişesi yaşattı bize.

Arabayı Menderes Havaalanı otoparkına bırakıp, telaşla bilet kontrol, valizi bagaja teslim derken ucu ucuna uçağa yetiştik.

İşin garibi aktarmalı uçuş olmasıydı.

Pilot anonsla kendisini tanıtıp, uçak havalanmaya başladığında, ben de derin bir nefes aldım. 

08.15 uçağı 8.45’te ancak havalanmıştı... Tam hostesler servise başlamışlardı ki...

Bir anons "uçağın havalandırma sisteminde bir arıza olduğu için, geri dönmek zorundayız. On dakikalık bir gecikmeyle yola devam edeceğiz."

O anda uçağın içendeki hava ısınmaya başladı.

Geri döndük, uçakta dakikalarca bekledik, ancak arıza giderilemedi.

Sonunda havaalanı otobüsüyle, bütün alanı dolaşıp, başka uçağa geçmek zorunda kaldık.

 En az bir buçuk saat gecikmeyle önce İstanbul Sabiha Gökçen, oradan Ercan Havaalanı...

Sabah saat 06.00’da Manisa'dan başlayan yolculuk maceramız, saat 16.00’da hedefine ulaştı.

Neyse sağ salim KKTC’ye ve eve ulaşmıştık.

Bir günde bitecek resmi işlerimiz KKTC’nin bitmeyen bürokrasisi sayesinde uzayınca, cuma gününe aldığımız dönüş biletini, salı gününe uzatmak zorunda kaldık.

Biz aklımızca cuma akşamı Türkiye'ye dönüp Ramazan’ı Manisa'da karşılayacaktık.

Tabi evdeki hesap, KKTC’ye uymadı. Nasip Kıbrıs'ta Ramazan’a başlamakmış.

Ramazan’ın ikinci akşamı, Magosa'daki aile dostumuzun kardeşi bizi iftara davet etti.

Bu arada cuma günü Manisa'da şiddetli fırtına olduğunu sosyal medyadan öğrenmiştim.

Biz iftardayken karşı komşumuz aradı.

Telefona yetişemedim. Evde konuşurum diye düşündüm.

Eve döndüğümüzde üst kat komşumuz aradı.

Bizim camekânlı balkon camının birinin açık olduğunu, fırtına nedeniyle çelik kapının sürekli sarsıldığını söyledi.

Bunu duyunca önce bir korku yaşadım.

Eve hırsız mı girdi endişesi, epey canımı sıktı.

Sonra da ben zaten her şeyi Allah'a emanet etmiştim, niye endişeleneyim dedim.

Evden çıkarken, kapıyı kilitlerken, yolda Ayet-el Kürsi 'yi okumuştum.

Daha önce kız kardeşimin yazlık evinden çıkarken Ayet-el Kürsi 'yi okumuştum, kapıyı açıp girmişler, ama hiçbir şey alamamışlardı.

1994’de 5.8’lik Manisa depreminde Magosa'daydım. O zaman da birçok evde gümüşlükler, televizyonlar düşüp kırıldığı halde, bizim evde televizyonun üstündeki biblolar bile düşmemiş, sadece televizyonun üstüne devrilmişlerdi.

Sanki bir kedi, televizyon dolabının üzerinde gezmiş, kuyruğuyla bibloları devirmişti.

O zaman da Ayet-el Kürsi'yi okumuş her şeyi Allah'a emanet etmiştim.

Bunları düşününce biraz rahatladım.

Amcamın oğlunu aradım, bir çilingir bulup kapıyı açtırmasını, balkon camını kapatmasını söyledim.

Sağolsun gecenin bir vakti çilingir bulup beni görüntülü aradı.

Çilingir kapının bize ait olduğunu öğrenince, açmayı kabul etti.

Kilidin değişeceğini öğrendiğimde canım sıkıldı.

O zaman çilingir, kabul edersem açık camdan içeri girip, camı kapatıp, diğer balkondan çıkabileceğini söyledi.

Merdivenle ikinci kattan içeri girip, pencereyi kapatmış, ön balkondan çıkmıştı.

Şükürler olsun en kolay şekilde bu sıkıntılı konu halloldu.

Pazar gecesi böyle bir aksiyon yaşadıktan sonra, artık Allah ne dediyse o diyerek karşılaşacağım her şeye razı bir halde salı günü Türkiye'ye döneceğimiz anı beklemeye başladık...

Salı günü dönüş yolunda, akşama doğru, pırıl pırıl bir güneş, uçağın altında köpük köpük bulutlar üstümüzde sonsuz gökyüzü.

O an müthiş bir tefekkür duygusu benliğimi sardı.

Şu bembeyaz bulutları havada tutan kim, kim bu sonsuz gökyüzünün sahibi?

Bulutlarla yağmuru, karı, doluyu yağdıran, yazı kışı, baharı güzü, ayı yıldızı, bu muhteşem sistemi idare eden?

O an Allah'ın eşsiz varlığını ruhumda hissetmenin huzuru kelimelerle anlatılamaz.

Derin bir uhrevi yolculukta hayalimde  bir hatıra canlandı.

Libya'ya yolculuk eden bir gazetecimiz, yanında Türkçeyi gayet iyi bilen bir papazla, İslamiyet ve Hristiyanlık hakkında sohbet ederken papaz; "Asıl hak din bizimkidir. Bütün inançları araştırdım, en mükemmel din bizimki." deyince sohbet tartışmaya dönüyor. 

Sonunda Türk gazeteci dayanamayıp;

"Madem Hristiyanlığa o kadar inanıyorsun, gel el ele tutuşup bu uçaktan kelimeyi şahadet getirerek atlayalım. Hangimizin inancı gerçekse Allah onu koruyacaktır." diyor. Başından beri mavi gözlerinden çelik radyumlar saçarak dinini savunan papaz bir anda neye uğradığını şaşırıyor, ne diyeceğini bilemiyor.  Sadece; "Olur mu öyle şey?" diyerek kekeliyor...

Türk gazeteci, kendinden emin;

"Eğer benimle atlamayı kabul etseydin, emin ol,  o kelime-i şahadet hürmetine Allah seni de korurdu." diyor , inancın ve imanın gücü...

Unutamadığım bir diğer hatıra:

Yıllar önce Ege bölgesindeki camileri inceleyen, Türklerden bu konuda büyük bir yardım ve misafirperverlik gören papaz, Sultan Cami’ne hayran olmuş.

 Türkiye'den giderken bizim hocalardan birine; "Onca cami dolaştım, hepsi birbirinden güzel. Ama hepsi çok fazla restore edilmiş.

Bizim kiliseler daha sağlam, hiçbiri bu kadar çok restore edilmedi. " Diyor. Hoca ;  " O zaman sizinle  bir kiliseye gidelim." diyor .

İzmir’de tarihi bir kiliseye gidiyorlar.

Papaz gururla kiliseyi gezdirirken, mimaride ne kadar başarılı olduklarından dem vuruyor.

O zaman cami hocası;

"Dinle" diyerek besmele çekip yüksek bir sesle kurandan ayetler okumaya başlıyor. O an kilisenin tavanından patır patır sıvalar dökülmeye başlıyor. Papaz telaşla; "Lütfen sus!" diyor.

Hoca da "Kuran-ı Kerimin ayetleri öyle etkili ki, yaradanın sözlerine cami duvarları bile dayanmıyor.

O yüzden bizde restore işleri daha çok oluyor." diye cevap vermiş.

Bu hatıra belki bir rivayetti ama beni çok etkilemişti.

Bulutların üstündeki yolculuğumuz İstanbul havaalanında noktalandı.

Tekrar koşuşturma ve İzmir uçağı derken, hayatımda ilk defa uçakta, gökyüzünde, bin şükürle iftar.

Magosa'da oruca niyetlenip, İzmir hava sahasında iftar  etmek. Biz İstanbul'u baz aldığımız için sanırım İzmir'den iki üç dakika önce oruç açtık.

Derken Menderes havaalanı ve Manisa...

Eve geldik, biraz endişeli içeriye girdim.

Lambaları yakıp, evi dolaştım.

Şükürler olsun her şey yerli yerindeydi.

Pencere fırtınadan açılmıştı. Sadece balkon ve mutfak tozlanmıştı.

O an Yaradana sonsuz şükürler, bir an şüphe duyduğum için tövbe ettim.

Kâinatın tek sahibinden daha güçlü bir koruyan tabi ki yok.

Yolculuğumuzun başından beri işlerimizi kolaylaştırana binlerce hamdolsun.

Sizler ne düşünürsünüz bilmiyorum; ancak ben ayetlerin ve duanın gücüne inanıyorum.

Çünkü hayatımda bunun çok mucizelerini yaşadım.

Selam ve dua ile...