9’u 5 geçe sirenler çalacak…
Hazırola geçeceğiz hepimiz.
Bu toprakların gördüğü en büyük devrimcinin anısına saygı duruşunda bulunacağız.
Kornalar çalınacak, vapurlar düdüklerini öttürecek.
Yolda yürüyenler hazırola geçecekler,
2 dakika boyunca hayat duracak Türkiye’de…
**
Önce bakışlarını öğrendim…
Hep aynı şekilde bakıyordu duvardan sınıftaki çocuklara.
Sert, ciddi ve donuk hatta…
Onunla ilgili kafama takılan ilk şey buydu işte, bakışları.
Başka resimleri yok muydu, neden hep gür kaşları ve sabit bakışlarıyla göz göze geliyorduk her gün?
Bugün herkesin profil fotoğraflarında tükettiği güzel resimlerini ve anlamlı bakışlarını keşfetmem için ansiklopedilere ve kütüphanelere başvurmam gerekiyordu.
Fotoğraflarından oluşan bir albüm buldum kütüphanede ve saatlerce resimlerine baktım. Kitap okurken, kahve içerken, cephede emir verirken, tren camından bir vatandaşın dilekçesini alırken, bir topluluğa konuşurken, mektup yazarken, üniversitede ders dinlerken, yemek yerken ve gülerken elbette…
Baktıkça resimlere ete kemiğe büründü benim için artık o ve duvardaki çerçevenin dışına çıktı, hayatımın içine girdi.
10 Kasım yağmurunda elimdeki çiçekleri büstüne koyarken bana gülümsediğini hissediyordum.
Çocuk masumluğu ve çocuk sezgisiyle kurulan bir bağdı aramızdaki.
Önce bakışlarını öğrendim, sonra hayatını.
4 ya da 5. sınıftaydım herhalde, öğretmenimiz onun hayatıyla ilgili bir kompozisyon  yazmamızı istedi. Sayfalarca yazdığımı hatırlıyorum. Doğumundan öğrenim hayatına, askerliğinden Kurtuluş Savaşı’na kadar kronolojik olarak döktürdüm bütün bildiklerimi. Öğretmenimin şaşkın bakışları hâlâ hatırımdadır.
Sonra ilkeler, inkılâplar geldi…
Hele şu adını bile söylemekte zorlandığımız İnkılâp dersi!
Öğretmenin ilk dersinin konusu dersin adıydı: A’yı ince okursak şu anlama gelir, kalın okursak şu anlama gelir, kelimenin sözlük anlamı şudur, içerdiği anlam budur vs.
**
Onu ve başardıklarını derinliğine ve kapsamlı öğrenmeye başlamam da bu dersin adının telaffuzuna uğraştığımız günlere denk düşer.
Ona duygularımla değil aklımla yaklaşmaya karar verdim.
İnsan nedensiz sevebilir, sadece akrabası veya Ata’sı olduğu için birine tutku ve sadakatle bağlanabilir.
Ama insanın sevdiğinin izinden gitmesi ve mirasına sahip çıkabilmesi için onu anlaması gerekir.
Anlaması için de olabildiğince çok bilgiye ihtiyacı vardır.
Okudukça ve düşündükçe gördüm ki, Türk Devrimi kitaplardaki kronolojik ve askeri bilgilerin çok ötesinde, dünya tarihinin en önemli süreçlerinden biri ve Atatürk ezberlere sığamayacak, kalıplara sokulamayacak, sınırları çizilemeyecek kadar büyük bir devrimcidir.
Bilgilerimizin doğru ama yetersiz olduğunu gördüm.
O yüzden zaten onu bilgimizle değil, kalbimizle seviyoruz.
Yapılan hatalar da öğrenmeyi ve düşünmeyi çoktandır bırakıp sadece sevdiğimiz için…
Hani diyor ya “Benim fikirlerimi ve duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir” diye; yalnızca duygularını anlamaya çalışıyoruz, fikirlerini değil.
Özellikle internette, duygusal bir tüketim aracına dönüştürdük birkaç yıldır Atatürk’ü…
Yaratıcılık konusunda kuşku götürmeyen sloganlar, resimler…
Anıtkabir’de, İzmir’de binlerce kişinin katılımıyla Atatürk figürleri oluşturmalar…
Hepsi güzel de o bizim onu anmamızı değil anlamamızı istiyordu.
Bilmeden anlar mı insan?
**
Kendini Atatürkçü olarak tanımlayanların ne kadarı Nutuk’u okumuştur?
Geçtim orijinal metnini, sadeleştirilmişini?
Onu da geçtim, kısaltılmışını?
Hep başkalarını suçlayarak varılacak bir yer yok.
Ne kadar hata yaptıysak hepsi 10 Kasım’da başladı…
9’u 6 geçe…