Hani bazen geçmişe dayanılmaz özlem duyar, eski dostları, eski mahalleyi, eski evinizi görmek istersiniz ya...
O doyumsuz hatıraların yaşandığı yerlerin havasını içinize çekip, doya doya ağlamak istersiniz ya...
İşte o hasret anılarından biri...
"Manisa'dan evlenip ayrılmıştım. Eşimin mesleği gereği Türkiye'nin birçok yerini dolaştık durduk.
Çocuklarımız büyüdü, evlendi.
Biz de Antalya'ya yerleştik. Manisa sadece hatıralarımda kalmıştı.
Eşimi kaybedince düştüğüm yalnızlık, yaşadığım bunalım beni iyice melenkolik bir ruh haline sokmuştu.
Hiçbir şey beni mutlu etmiyordu.
İçimde bitmeyen, yüreğimi mengene gibi sıkan bir karamsarlık vardı.
Bu halime üzülen bir dostum, "Neval bunca bezginlik hayra alamet değil. Gel seninle Manisa'ya gidelim. Doğduğun şehri görmek sana iyi gelir" dedi.
Nerede kalırız, kimi göreceğiz gibi bahanelerle itiraz etsem de içimde bir heyecan başladı.
Kısa sürede hazırlanıp yola çıktık.
Otobüs Manisa'ya girince kalbim deli gibi çarpmaya başladı.
Yıllardır içimde biriken memleket hasreti, gözyaşlarıyla akmaya başlamıştı.
Manisa'da ölen annem, babam, yakınlarım, sanki hepsinin ruhları Spil Dağı'na çıkmış "Hoşgeldin Neval" diyorlardı.
Aslında benim karamsarlığım, hayata küsme nedenim memleket hasretiymiş.
Otele yerleşip biraz dinlendikten sonra Karaköy'e geldik. Kırmızı Köprü ve Çaybaşı beni benden aldı. Bir anda yetmişli yıllara dönmüştüm sanki. Ancak Murat Germen Okulunun sağından yukarı çıkan sokağı görünce hayal kırıklığım yaşadım. İki katlı, tek katlı bahçeli evler koca koca apartman olmuştu.
Sokak sanki kale duvarlarıyla çevrilmişti.
Çocukken oturduğumuz kiralık evden eser yoktu.
Fırını görmek, yazları soğuk su doldurduğunmuz çeşmeyi bulmak beni öyle sevindirdi, öyle hüzünlendirdi ki...
İftar sofrasında soğuk su bekleyen annem, babam, ninem, halam gözlerimin önüne geldi.
Ne güzel günlerdi o günler...
Ağlayan Kaya'yı görünce çok şaşırdım. Çocukluğumda Ağlayan Kaya yolun altında kalıyordu.
Etrafı tellerle çevrili,park gibi çiçekliydi. Aynı çiçeklik Murat Germen Okulunun önünde de vardı.
O zamanlar rengarenk gülleri, çiçekleri okşamak çok hoşuma gidiyordu.
Eskiden öyle küçük çiçeklikler bu çevrede çok vardı.
Revak Sultan, Yedi Kızlar, Çaybaşı Deresi, temiz dağ havası beni mest etti.
Çaybaşı'ındaki parklardan birinde oturup çay içtik.
Memleketimin çayı bile çok nefisti.
Biraz üst tarafa yürüyüp Manisayı kuşbakışı seyrettik.
Şehir çok betonlarmış, çok büyümüştü ancak bana göre yine çok güzeldi.
Arkadaşıma bir çocuk heyecanıyla tanıdığım yerleri gösteriyor, sevinçten uçuyordum.
Ertesi gün Lalapaşa Mahallesi'nin arka sokaklarına çıktık.
Temiz sokaklar, eski badanalı, tek katlı evler, yaşlı kadınlar beni bir anda geçmişle buluşturdu sanki.
Kapısı açık bir evin önünde durup bahçeye baktım.
Allah'ım sanki çocukluğum dün gibi...
Bahçede her tarafı çardak gibi saran asma, tenekelerde fesleğenler, etrafı yosun tutmuş çeşme, içerden gelen sesler...
Nasıl dalmışsam arkadaşım beni uyardı. Başında beyaz kenarları dantelli örtü olan bir kadın, "Buyrun içeriye geçin" diyordu.
Meğer evde mevlit okunuyormuş, kapı o yüzden açıkmış.
Şaşkınlığımdan kurtulup özür diledim. Eski bahçeli ev ilgimi çektiği için bahçeye baktığımı söyledim.
Kadın samimi bir ifadeyle, "Hanımlar, ben bu mevlidi okutmaya niyetkenirken, Allah'ım çok insan çağıramadım. Sen kimleri layık görürsen onlar gelsin dedim. Sizleri Rabbim gönderdi, lütfen gelin" dedi.
Kadının bu içten daveti karşısında öyle duygulandım, içim öyle coştu ki...
Hayatımda ilk kez sonsuz bir haz duyarak o mevlidi, gözyaşları içinde, Allah'a şükrederek, dua ederek, ruhum temizlenerek dinledim.
Hele mevlit bittikten sonra bize gösterilen misafirperverlik, sıcak dostluk...
O ziyaret beni hem ruhen hem bedenen iyileştirdi.
O üç günlük ziyaretten sonra Manisa'ya geri dönüp, yerleşmeye karar verdim..."