Çağımıza siyaset, özellikle ekonomik eksenli siyaset egemendir. Ekonominin, siyasetin dolambaçlı yollarını kavramadan modern dünyanın birçok sorununu anlamak ve çözüm bulmak kolay değil. Bu, çağımızda olduğu gibi geçen yüzyılda da böyleydi. Özellikle

 

Çağımıza siyaset, özellikle ekonomik eksenli siyaset egemendir. Ekonominin, siyasetin dolambaçlı yollarını kavramadan modern dünyanın birçok sorununu anlamak ve çözüm bulmak kolay değil. Bu, çağımızda olduğu gibi geçen yüzyılda da böyleydi. Özellikle iletişim özgürlüğünün sınırlarının genişlemesi aynı zamanda kişisel alanlarımızı da olabildiğince daralttı.

Her alanda sınırların iç içe geçtiği, küçülen ve aynı oranda güvensizleşen bir dünyada yaşıyoruz. Bu da toplumları siyaset tarafından kontrol edilebilir ve baskı kurulabilir bir mecraya sürükleyebiliyor.

Tarih boyunca insanoğlunun en büyük tutkusu ‘iz bırakmak’ olmuştur. Devlet ve toplum kavramları insan yaşamına egemen olmadan önce bile insanlar içgüdüsel olarak yaşadıklarını, korkularını, beklentilerini –bir şekilde-geleceğe aktarılabilir alanlara yansıtmışlardır( mağara duvarları, bilimsel buluşlar, edebiyat, sanat gibi yollarla). Devletlerin ve dolayısıyla siyasetin insan ve toplum yaşamında belirleyici olmasıyla bu iz bırakmak tutkusu yerini zorunluluğa ve giderek ‘alçakgönüllü bir kurtuluşa’ bırakmıştır. Bunu başaran kişilerin de özellikle sanat ve edebiyat alanından olmaları bizi şaşırtmamalıdır.

İnsan duygusal bir varlıktır ve sanatçılar ile edebiyatçılar olağandan daha duyarlı, daha hassas ve düşünsel anlamda daha donanımlıdırlar. Bu onları toplumlar önünde ‘iz yaratan bir öncü’ durumuna getirmiştir.

Günümüz modern dünyasında yaratılan sınırsız özgürlük aynı zamanda toplumları kontrol altında tutan bir baskı aracıdır. Platon’un “Devlet” ’i de, Russell’ın “İktidar” ı da, Rousseau’ nun “Toplum Sözleşmesi” de bize bu konuda ışık tutar.

Rousseau der ki “Şiddet mülkiyetle başlamıştır.” Mülkiyet toplumsal düzeni, toplumlar devleti doğurmuş ve gücü elinde bulunduran da her zaman bu erk’i kalıcı kılmanın yollarını aramıştır.

Bugün sıkça kullanılan “soğuk savaş”, “düşünce polisi”, “büyük birader” kavramlarını dünya diline kazandıran, “1984” romanıyla George Orwell olmuştur.

Orwell, 1949’da yayınlanan distopik edebiyatın bu en önemli romanında, bugüne ışık tutan bir dünyayı betimlemektedir.

20.yüzyıl edebiyatının en önemli isimlerinden olan İngiliz yazar, romanında yarattığı “Büyük Birader” in yönettiği devlette; yaşam alanlarının her köşesine yerleştirilen kameralarla, insanlığın her adımının nasıl izlendiğini, her sözün nasıl izlenip arşivlendiğini anlatır.

Romanda, 1984 yılında “Okyanusya” adını verdiği devlette insanların kişisel alanlarının sıfırlandığı baskıcı bir toplumla karşılaşırız. Tarih yeniden yazılır bu devlette; yönetime uygun olmayan her şey değiştirilir. “Büyük Birader”e karşı hiçbir eylem yapılamaz, hiçbir düşünce ifade edilemez.

Öyle ki yeni bir dil oluşturulur, yeni sözcükler türetilir. Ülkenin en güçlü örgütü  “düşünce polisi” dir. Yeni oluşturulan sözcükler zıtlıklarla ifade edilir. Örneğin “kötü” yoktur “yokiyi” vardır, “mükemmel” yerine “artıiyi” vardır. Amaç mümkün olduğunca dili daraltmak ve düşünceleri de kısırlaştırmaktır. Savaş Bakanlığı’nın adı Barış Bakanlığı, her türlü baskı ve izlemenin yapıldığı yer “Doğruluk Bakanlığı”dır. “Büyük Birader”in ülkesinde korku, propaganda ve beyin yıkama ile toplum manipüle edilmektedir.

Romandaki bu gözetleme sistemi eserin yazıldığı tarihte belki bir hayal ürünü ama günümüz modern dünyası için bir gerçekliktir. Orwell bu kitabında komünizm ve faşizmde kısmen gerçekleşmiş bozukluklara değindiğini belirtmiştir.

Yaklaşık 60 yıl önce yazılmış bu roman günümüz dünyasının ve toplumsal yaşamının algılanmasında da bir yol göstericidir. Zaten roman da yazıldığı dönemde ve sonra birçok kişi tarafından modern dünyanın bir protestosu olarak algılanmıştır.

Sanat ve edebiyat insanların ruhsal dünyalarını ve zihinsel gelişimlerini arttırmaktan öte aynı zamanda yaşadıkları çağı ve toplumu algılamalarında da önemli bir araçtır.

Yapısal olarak karamsar bir yazar olan Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” nde ironik olarak yaptığı toplum ve düzen eleştirisini bu eserinde daha katı ve umutsuz bir şekilde ortaya koyduğunu görüyoruz.

Öyle ki;  romanda totaliter düzenden kurtulmak için çabalayan Winston Smith ve sevgilisi Julia bu umutsuzluğun simgeleri olarak sonunda dirençlerini kaybeder ve “Büyük Birader”e bağlılıkları artarak yaşamaya devam ederler.

1984 romanı bir romandan çok bir öngörüler kitabı olarak bile adlandırılabilir. İnsanı düşünmeye, soru sormaya sevk eden bir roman…