“Tedavi edilemez bir hastalığa yakalandığımı ve birkaç yıl ömrüm kaldığını öğrenmem beni biraz sarstı tabii. Böyle bir şey nasıl gelirdi başıma? Öte yandan, hastanede kaldığım süre içinde karşı yatağımda yatan, uzaktan tanıdığım bir çocuğun lösemiden

 

“Tedavi edilemez bir hastalığa yakalandığımı ve birkaç yıl ömrüm kaldığını öğrenmem beni biraz sarstı tabii. Böyle bir şey nasıl gelirdi başıma? Öte yandan, hastanede kaldığım süre içinde karşı yatağımda yatan, uzaktan tanıdığım bir çocuğun lösemiden ölmesine günbegün tanık olmuştum; hiç de hoş bir manzara değildi. Ne zaman halime üzülecek olsam, o çocuğu hatırlarım.”

ALS hastalığına yakalandığını öğrendiğinde 21. yaş gününü kutlayalı henüz birkaç hafta olmuştu.

Cambridge’de doktora öğrencisiydi. 17 yaşında Oxford’a başlamış, 20 yaşında yüksek lisans için Cambridge’e gelmişti. Ama Oxford’da başlayan sakarlıkları, birden düşüp yerde kalmaları giderek artmış, sonunda doktora gitmek zorunda kalmıştı.

Ne hastalığının nasıl ilerleyeceğini biliyordu, ne de nasıl baş edeceğini…

Ama hayatta kaldı.

Önce hareket kabiliyeti giderek azaldı. Sonra tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu. Sonra sesini de kaybetti. Solunum cihazına bağlandı. Defalarca ölümle yüz yüze geldi.

Ama hayata sıkıca tutundu. Üstelik hastalığa ilk yakalandığı günlerin üzerinden 50 yıl geçtikten sonra o artık bilim tarihine adını silinmez bir şekilde yazdırmıştı.

Einstein’den sonra en popüler bilim adamı oldu. Adına filmler çekildi, kitaplar yazıldı, yazılıyor.

Son kitabında da kendisini anlattı: Benim Kısa Tarihim…

Stephen Hawking’i birçok insan gibi benim de ilk okuyuşum “Zamanın Kısa Tarihi” kitabıyla oldu. Kitap onu bütün dünyada popüler hale getirmişti. Bütün dünyada tanınmasının sebebi bilimsel kimliğinden çok hastalığına rağmen böylesine önemli işler yapabilmesiydi biraz da. Kendisi şöyle açıklıyor bu durumu:

“Meslektaşlarım için herhangi bir fizikçiyim, fakat kamuoyu nezdinde herhalde dünyanın en ünlü bilim insanı oldum. Bu hem Einstein dışında bilim insanlarının star şöhretine erişmemesinden kaynaklanıyor, hem de “sakat dâhi” kalıp yargısına çok iyi oturmamdan. Peruk ve güneş gözlüğü takıp kamufle olamıyorum; yapsam bile sandalye ele verir.”

Hastalığını öğrendiğinde elbette çok sarsılıyor. Ama sonra hayattan keyif almaya başladığını fark ediyor. 25 yıl evli kalacağı Jane Wilde ile nişanlanıyor, bir işte çalışmaya başlıyor. Akademik kariyerine devam ediyor. Sesini kaybetmesine rağmen elektrikli sandalyesine bağlı cihaz sayesinde yazıyı sese dönüştüren bir sistem kullanarak iletişim kurabiliyor. Konferans veriyor, makale yazıyor, kitap yazıyor. Bu sistem sayesinde yedi tane kitap yazıyor.

İlk eşinin yazdığı “Sonsuzluğa Yolculuk-Stephen’la Hayatım” kitabını geçen yıl okumuştum. Sonra filme çekildi ve sanırım Oscar’a da aday olmuştu. O kitap ve filmde Hawking’in özellikle hastalığa yakalandığı ilk yıllara ışık tutuluyor. Film de kitap da her türlü övgüyü hak ediyor.

“Benim Kısa Tarihim” ise Hawking’in kendine has üslubuyla hayatını anlatması bakımından ilgiye değer gerçekten.

2. Dünya Savaşı’nın ortasında başlayan hayat yolculuğu…

Çocukluk yıllarında arkadaşlarının ona Einstein lakabını takması, hatta iki arkadaşının onun için ‘adam olur mu olmaz mı’ diye iddiaya tutuşmaları…

Oxford ve Cambridge yılları…

Hastalığı, evlilikleri, çocukları, bilimsel kariyeri…

Gerçekten güzel bir özet geçmiş dâhi bilim adamı. Üstelik kitapta, ‘Büyük Patlama’, ‘Kara Delikler’, ‘Zamanda Yolculuk’ gibi bölümler de var ki, benim gibi fizik, kozmoloji gibi bilimlerin terminolojisinden tamamen uzak insanların anlayabileceği şekilde anlatılmış.

 “Dolu dolu bir hayat yaşadım. Engelli insanların, yapamadıkları şeylere üzülmek yerine yapabildikleri şeylere yoğunlaşmaları gerektiğini düşünüyorum.”

Stephen Hawking bence ilham alınası bir hayata sahip. Onun hayatı ve başarıları, engelleri sadece kendimizin yarattığı gerçeğini yüzümüze vuruyor.

 

 

*Benim Kısa Tarihim, Stephen Hawking. Çeviren: Sıla Okur. Doğan Kitap

*Sonsuzluğa Yolculuk, Jane Hawking. Çeviren: Begüm Güzel. Doğan Kitap