Geçtiğimiz günlerde Burhan Çaçan’ın ölüm haberiyle çok büyük hüzün yaşadım. Aslında yaklaşık son 20 yıldır Burhan Çaçan’ı hiç dinlemediğimi farkedince üzüntüm katlandı. Niye böyle olmuştu. Sonra şöyle bir dönüp baktım. Burhan Çaçan sadece 90’lı yıllarda değil 2000’li yıllardan sonra da albümler çıkartmış. Son albümü 2018 yılında… “Bu da mı yalan” isimli albümünü hiç duymadım. Benim eksiğim. 
Demek ki müzik kulağım ya da zevkim artık adına ne derseniz değişmiş.  
Aynı şeyleri İbrahim Erkal’ın da vefatında hissetmiştim. İbrahim Erkal’ın birkaç efsane şarkısı var. O dönemde adeta dillere pelesenk olmuştu. 
Oysa ben yıllardır dinlemiyordum. 
Hepsini internetten toparlayıp bir usb belleğe kaydettim. Arabada müzik dinlemeyi severim. Sırf şarkıları dinlemek için yola çıktım. Tabi bir yanda şarkılar bir yanda memleketim Bingöl’de geçen yıllarım film şeridi gibi benle başladılar yolculuğa…
Tarifi zor bir hal…
Şarkılar sadece bir melodiden ibaret değil. Her şarkı insanın hayatından kesitler hatırlatıyor. İbrahim Etkal’ı, Burhan Çaçan’ı, Cengiz Kurtoğlu’nu, Sezen Aksu’yu ve tabi ki gençliğimin en vazgeçilmez sesi Ahmet Kaya’yı dinlerken lise yıllarım olduğu gibi gözümün önüne geliyor. Ben o günleri yaşamaya başlarken şarkılar fon oluyor arka planda.    
Ümit Besen Nikah Masasını söylemeye başladı mı hemen kulak kabartıyorum, 1 milyonuncu kez de olsa yine dinliyorum. 
Her şarkı ayrı şeyler hatırlatıyor. İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay…
Zekai Tunca “İmkansız”ı söylediğinde yer yerinden oynamıştı. Muazzez Abacı’dan Belkız Akkale’ye, Nilüfer’den Kayahan’a…
Aman Yarabbi! Hepsinin ayrı bir tadı vardı.  
Mutlaka unuttuklarım vardır ama şu da bir gerçek. Çok kaliteli sesler varmış. O da ayrı bir üzüntü. 
Kasetli yıllar. CD’ler bile yoktu henüz. Ha bir de sevenler birbirleri için kasetler hazırlardı en güzel şarkılardan. 
Bergen’den bir iki şarkı mutlaka olurdu. 
Evlerin, odaların duvarlarını ünlü sanatçıların posterleri süslerdi.  
Bir sanatçının yeni kaseti çıktığında merakla kasetçilere gelmesi beklenirdi. Gelir gelmez tükenirdi. Araba teyplerinde, evlerdeki müzik setlerinde şarkılar yankılanırdı. 
Müziğin verdiği haz başkaydı.
Çünkü insanlar daha duygusaldı. 
Duygu vardı, acıma, merhamet gibi hisler henüz kaybolmamıştı.   
Şarkıların, türkülerin tadı başkaydı. Sözler daha anlamlıydı. 
90’lı yıllarda başlayan değişim, tüketim her şeyimizi aldı götürdü sanki. En çok da duygularımızı. Hislerimizi ve sonunda insanlığımızı…
Şimdi bize tuhaf geliyor. 
Biz de onlara!  
Burhan Çaçan’ın ölümüne sanırım bu yüzden çok üzüldüm. Çünkü ölen sadece o değildi. Lise yıllarımızdı, geçmişimiz, gözyaşlarımız, sevinçlerimiz. 
Sanki yaşadığımız her şey ölmüş gibi. 
Her sanatçı öldüğünde şarkılarıyla birlikte hatıralar da ölüyor değil mi? 
Şimdi Müslüm Gürses bir daha şarkı söyleyemeyecek mi demiştim. Belki demiştiniz. Zamanla inanmaya başladık. Evet, Müslüm Gürses’ten yeni bir şarkı duymayacağız artık. 
Ve ölen diğerlerinden de… 
Ama bir tesellimiz var. 
Şarkılar. 
Halen dinleme şansımız var. 
Ben şimdi, bu yazıyı yazarken açtım Burhan Çaçan’ın “vurun dalgalar” şarkısını. Sonra sırasıyla “yağ yağmur”… 
Sonra İbrahim Erkal, biraz Müslüm… Finale Ahmet Kaya’yı bıraktım. Onun ki bambaşka acı. 
Belki çoğumuzun müzik zevkleri değişti, belki çoğumuz eskileri çok dinlemiyoruz. Ama nerde o yıllara ait bir melodi duysak anılar, gençliğimiz bizi gülümsetiyor. İşte o gülümse var ya, hey gidi günler deyişimiz var ya yetiyor. 
Bergen “Seni Kalbimden Kovdum“ şarkısında diyor ya maziyi silemezsin. Biz de eskidikçe geride kalan kısım daha çok yer kaplamaya başladı. O yüzden mazi kalsın zaten. Silinmesin. Çünkü asıl hikaye orda, mazimizde… Sonrası çok yavan. Duyguyla alakasız bir süreç. Sadece işler güçler, para, geçim…  
Edebiyat hiç yok, sırf matematik dersindeyiz gibi… 
Bugüne dair ne hatırlıyorsunuz. Dün, evvelsi gün. Geçen ay, geçen yıl…
Ama çok önceye dönün, bakın. Güzel şeyler göreceksiniz.