Futbol güzel oyundur. Hepimiz o sahada 22 kişinin koşmasını severiz. Çalımları, yıldızları, golleri, harika kurtarışları, şampiyonlukları... İşin içinde o top ve 90 dakika varsa, biz severiz. Ancak futbolu futbol yapan şey bunlar değil, onu izleyenidir; Taraftar. Şimdilerde Türkiye'nin dört bir tarafında görüyorum; bomboş tribünler. Arkasında taraftar olmadan şampiyonluğa giden belediyeler, milyonlar alan oyuncular ancak taraftar yoksa hepsi bir hiç için. Süper Lig'de lider Başakşehir'i tutan taraftar sayısı, etraftaki TOKİ'lerde oturup, 3 büyüklerin maçına uzak diye gitmeyip, üşenip kendi maçına gelen kişiler oluyor. Maytap geçelim diye "Boz Baykuşlar" diye bir grup çıktıydı ama onları saymayın. Bir takımın arkasında gönül vereni yoksa, o takım neden oynar ki?
İZLEYİCİ VE TARAFTAR ARASINDAKİ ÇİZGİ
Şunu baştan bir anlayalım; Futbol bir eğlence aktivitesidir. Bir tiyatrocu, bir şarkıcı, bir müzisyen ne kadar şovmense, futbolcu da o kadar şovmendir. Futbolcunun işi sanatçılara benzer. Önünde bir 90 dakika ve evine gülen suratlarla göndermesi gereken binlerce insan. Eğlence için yapılan şey zaman içinde sadece para ve "Çorba" için yapılmaya başlanınca, izleyici yani taraftar işin dışına atıldı. Taraftarlar yoka sayılınca futbol azaldı, mahallede futbol oynayan çocuk, o armanın altında oynamanın cazibesini göremeden ilgisini kaybetti, gitti. Altyapılardan gelen oyuncu azaldı, biz de olmuşuna gittik, bizden olmayana. Futbol izlenmeyecek bir eğlence halini aldı, izleyici artık gelmez oldu. İZLEYİCİ ile TARAFTAR arasındaki ince çizgi orada ortaya çıktı. İzleyici maçına gelir, çiğdemini alır, gol olması haricinde ayağa dahi kalkmaz. Takım kazanırsa, eh bir de bilet ucuzsa haftaya da gelir ama baktı hava soğuk, koltuklar oturulacak gibi değil, pek de güzel oyun yok, o zaman haydi sen sağ, ben selamet. TARAFTAR öyle değildir. 
GÖNLÜM O GÜN KARARINI VERMİŞTİ
Taraftarın o takıma gönül verdiğini anlaması 14-15 yaşlarını bulur. Bazıları direkt çocukluğunda o takıma gönül verir ancak bu nadir olanıdır. Ülkemizde dayatılan büyük takımlardan birisini tutman gerektiğidir. Baban, dayın, amcan filan İstanbul 3'lüsündense, sen doğduğun gibi o takımlısındır, seçeneğin yoktur, ta ki o gün gelene kadar. O gönlünün derinlerinde yer alan takımın, senin mecburi takımınla karşılaşınca. Ben o günü 18 Eylül 2005'te yaşadım. Daha 13 yaşındayım. 6 yaşında Manisaspor formasına aşık olmuştum ancak her çocuk gibi gözümü başarılar almıştı, övünecek, böbürlenecek bir takıma ihtiyacım vardı. Ailemin tuttuğu takım Galatasaray'a merak sarmıştım, taraftarım sanıyorum ama yanılıyordum. O maç günü işler içimde çözüldü. Manisaspor evinde GS'yi ağırlıyordu. Maçı İzmir Atatürk'te izliyordum,taraftar ağabeylerim beni arabayla götürmüşlerdi İzmir'e. Galatasaray'ı hiç canlı görmemiştim, heyecanlıydım. Necati Ateş 11'de perdeyi açtığında ayağa kalktım; "GOL" ancak tribüne baktığımda bir yanlışlık vardı, doğru hissetmiyordum. 14'te Necati 2'ledi, bu sefer ayağa kalkmamıştım, iyi hatırlıyorum Bülent Kaptan'a bakmıştım. Maç 4-1 Galatasaray lehine bitmişti ancak o gün ben sevinmemiştim, hangi tarafta olduğumu daha o an anlamıştım; Benim gönlüm memleket takımımın rengindeydi. Bunun çok benzerini bir dostum Fenerbahçe'yi 5-3 yendiğimiz maçta anlamış; bizimkiler gol attıkça içindeki Manisalı ortaya çıkmış, kendini bulduğu gün, o gün olmuş.
HER TARAFTAR BİRAZ DELİDİR
Çoğunuz bunu yaşamıştır ancak öyle günler, taraftar olduğunu anlama günüdür. Taraftar olmak zordur; Takımın yenilse de haftaya da orada olacaksındır. Hava soğuktur, oturamayacak kadardır, koltuklar pistir ama sen yine de gelirsin elinde bir parça gazete kağıdınla. Takımın 3-5 fark yemiştir, sen tribünü terk etmezsin, tribünü paylaştığın adamla kol kola girersin, mırıldanırsın tezahüratlarını. Takımın küme düşer ancak sen zaten onu her gün kazansın diye sevmemişsindir, sinirlenirsin ama terk edemezsin. Takımın şampiyon olur, iyi gün dostları geldiğinde belki kıymetin bilinmez, umursamazsın, sanki sen kupayı kazanmış gibi takımla şampiyonluk turuna çıkar, avazın çıkana kadar bağırırsın. Deplasmana gidersin, senin forman uzaklarda yalnız kalmasın diye, illa kazanacaksın diye değil, seninkiler arkasında yüreğini hissetmeden çıkmasın diye. Anlayacağın, taraftarlık zordur ancak bu koca çark seyirciler için değil, taraftarlar için döner. Kulübün içindeki herkes, HERKES bu maçları parası için yapar, sen sevdan için desteklersin. O yüzden her taraftar biraz da delidir. Çıkarı yoktur takımından, o halde ne işi olur akıllı adamın tribünde der gibisiniz, hakikaten ya ama bak hala forman sana bakıyor, istersen gitme maça... Peki neden severiz bu takımları? Neden gönül veririz bu çıkarsız işe? Neden insanlara karşı savunma ihtiyacı duyarız? O formada benliğimizi bulduğumuz için, o forma seni temsil ettiği için, o forma o çok sevdiğin memleketini temsil ettiği için. Sen hep ol taraftar, sen olmazsan ne o armalar, ne şan şöhret olmaz. SEN OL. SEN ÇOK YAŞA TARAFTAR...
Editör: TE Bilişim