İki hafta önce hükümetin önünden Beyazfil'e doğru hızlı hızlı yürürken, karşıdan gelen bir kadın adımı söyleyerek beni durdurdu. Kadını hatırlayamadım. O gülümseyerek kendisini tanıttı;
- Beni hatırlamadın herhalde. Hani Muradiye Camii’nin oradaki apartmana taşındığımızda, bize gelmiştin. Arkadaşın da o binada oturuyordu. Hatırlamıştım hem de birçok şeyi…
- Evet ben de hatırladım. Nasılsın, oğlun nasıl? Diye sorunca yüzü gölgelendi.
- Oğlum sizlere ömür, ben de iyiyim. Şükür bir kızımla oğlum var.Geçinip gidiyoruz.Allah razı olsun seni hiç unutmadım. Dedi. Ayaküstü konuşup tekrar görüşmek dileğiyle ayrıldık. Bir anda yıllar öncesine dönmüştüm.
Dördüncü katta oturan arkadaşıma bir hafta sonu gittiğimde, üst kattan gelen aşırı gürültü dikkatimi çekmişti. Arkadaşım üst kata yeni kiracı taşındığını, geldikleri günden berirahatsız edici gürültülerinin devam ettiğini söyledi. Yeni taşıdıkları için şimdilik ses çıkaramadıklarını, gürültü devam ederse uyaracaklarını söyledi.
-Kiracıyla tanışmadınız mı? 
- Aman iş güç, koşuşturma. Fırsat mı var?   Hem meraklı değilim. Gürültüsüyle kafamı şişirmesin yeter.
Bu arada sinir bozucu takırtılar devam ediyordu. Sanki o evde oturan benmişim gibi:
- Giderken yukarı çıkıp uyarayım istersen. Misafir olduğum halde gürültünüze dayanamadım. Biraz dikkatli olun derim. Ne olacak ki!
Arkadaşım kabul etti.Vedalaşıp yukarı çıktım. Niye böyle bir şeye karıştım diye kendime kızarak zili çaldım. Bu arada evdeki gürültü devam ediyordu.
Kapıyı bezgin, bitkin, genç bir kadın açtı. Tedirgin bakışlarla çekinerek:
-Buyurun, sesten şikayete mi geldiniz?
 Derken içerden yine bir gürültü, ardından sendeleyerek yürüyen, elindeki küçük plastik sandalyeyi yere vurarak oyun oynamaya çalışan on yaşlarında bir oğlan çocuğu göründü. Çocuğun ellerinden, genel görünüşünden problemli olduğu belliydi.
O anda ne söyleyeceğimi bilemedim. Çocuk sandalyeyi yere vururken garip sesler çıkarıyor sanki seviniyordu.
Kadına, "Affedersiniz bilmiyordum."
Kadın heyecanla:
- İçeri buyurun, beş dakika olsun buyurun.Diye ısrar edince içeriye girdim.
Salonda koliler vardı, henüz yerleşmemişlerdi. Kadın oğlunu oturtmaya çalışıyor, çocuk huysuzlanıyor, eline geçen her şeyi fırlatıyordu. Çocuk doğuştan problemliydi. Allah'tan çantamda çocuklar için şeker, sakız, çikolata gibi şeyler bulunurdu. Küçük bir çikolatayı çocuğa uzatıp adını sordum. Çocuk durdu, şaşkın gözlerle bana bakıyordu.
Annesi çocuğun saldıracağından korkarak:
- Selim, abla sana cici getirmiş.
Çocuğun yanına yaklaştım, yavaşça saçını okşadım, elini tuttum. Selim, bir anda sakinleşti, bana gülümsedi. Yanıma oturtup sarıldım. Çocuk adeta yavru kedi gibi başını kucağıma koydu. Bu arada annesi yıllardır ezildiği ağır yükün birikmiş acısıyla ağlıyordu. Anlatmaya başladı. “Oğlunun problemli olduğunu öğrenen yakınları onları dışlamış, sahip çıkmamış, destek olmamışlardı.”
O zamanlar her yerde Rehabilitasyon Merkezleri olmadığı için tıbbi olarak da bir şey yapılmamıştı. Selim sokağa çıktığında insanların tuhaf bakışları, ailelerin çocuklarını Selim’le oynatmaması, hem Selim'i üzüyor hem de annesinin içini yakıyordu.
Kocası elektrik teknisyeni olduğu için Manisa'da daha iyi ücretle iş bulduğundan ötürü Denizli'den Manisa'ya gelmişlerdi. Henüz evden dışarı çıkmamışlardı.Zaten oğlunu dışarıya çıkarmayı düşünmüyordu. Kadın öyle kırgın öyle üzgün ve ümitsizdi ki…
 Oğlunun yaptığı gürültüye mani olamadığını, bu yüzden komşulardan utandığını söyledi sonra hıçkırarak:
-Bu güne kadar oğluma hiç kimse sevgiyle sarılmadı. Bir ben bir babası.  İlk defa oğlumu bizden başka biri sevdi.
O an yaşadığım üzüntüyü anlatamam.
Kadına, oğlunun sürekli içerde olmaktan bunaldığı için bu kadar huysuz olduğunu, onu dışarı çıkarıp çocuk parkına götürürse mutlu olacağını, bunu yapmasını söyledim.
Tuhaf bakışları görmezden gelmesini, yanına küçük oyuncaklar alıp parktaki çocuklara oğlunun dağıtması için yardımcı olmasını, böylece diğer çocuklarla iletişim kurabileceğini belirttim. Bu arada Selim, munis bir kedi gibi yanımda oturuyor, kendisini sevdiriyordu. Yabancı birinin ilgisi onu mutlu etmişti.
Ben de Allah'ın ibreti olan bu özel yavruya bakarken, içimden insanların ne kadar nankör olduğunu, sağlıklarının değerini bilmediğini, her şeyden şikayet edenlerin aslında ne kadar bencil olduğunu düşünüyordum.
Selim'e tekrardan geleceğimi söyleyip ayrılırken, çocuk arkamdan ağlıyordu. Arkadaşımla konuşup bir iki kez daha Selim'i gördüm. Komşuları da anlayış gösterip, kadına yardımcı olmuştu. Selim’in ilk defa parka gittiğinde, yaşadığı sevinç kelimelerle anlatılamaz. Yirmi yaşında hayata veda eden Selim, sonradan dünyaya gelen iki kardeşiyle mutlu yaşamıştı.
Tanıdığımda bana birçok konuda ibret olan, o özel çocukve onun gibiler, bizlerden sevgi dolu bir bakış bekliyor. Çünkü kalpleri sevgiyle doludur. O çocuklara canı gibi bakan ailelerin yükü çok ağırdır. O aileler için o çocuklar çok değerlidir. O insanların sevgiye, ilgiye, yardıma öyle ihtiyacı var ki...