“Şimdi Uzaklardasın” adlı romanımda anlatıcı karakter, çok sevdiği dostuyla ölümünden önce son görüşmelerindeki sarılma ânını şöyle anlatıyor:
 
“Trafik de yoğun olduğu için alelacele vedalaştık. Onunla son sarılışım çok alelaceleydi yani, telaş vardı ortamda. Şimdi düşününce çok canım sıkılıyor o sahneye. Biriyle vedalaşırken, o sırada çevrede ne olursa olsun, gerekirse trafik kilitlensin, gerekirse otobüs veya uçak kaçsın, adamakıllı sarılmalı insan sevdiğine. Dostunun sırtını sıvazlamalı sevgiyle, sevgilisinin yanağına usulca kondurmalı öpücüklerini, hoşça kal dostum, görüşeceğiz sevgilim derken gözlerinin içine bakmalı, isterse dünya yıkılsın o sırada; sonradan keşkeler dünyasının başına yıkılmasından iyidir.”
 
Sarılmak, belki de insana kendini en iyi hissettiren şeylerden biri. Faydaları üzerine bilim adamları, hormonları ve kimyasalları da işin içine katarak birçok şey söylüyor. İnsanın hissettikleri de bilimin söylediklerini doğruluyor. Huzur ve mutluluk hissi bunlardan en başta gelenler. Alıntıladığım romandaki karakter gibi, son kez sarılamamış olmanın acısı ise ömür boyu insanın içine bir taş gibi yerleşebiliyor.
Bir daha hiç sarılamayacağınızı bildiğiniz bir insana sarılmak istemek ne kadar acı…
Sarılmak, iki insanın dış dünyanın bütün olumsuzluklarını bedenleri arasında yok etmesi demek.
Vedalaşırken hüznün tek bir vücuda bürünmesi, kavuşurken özlemin iki gövde arasında erimesi demek…
İnsanın annesine, sevgilisine, dostuna sarılması, kelimelere gerek duymaksızın hislerin kalp atışlarıyla karşıya geçmesi demek...
Sarılmak bence, belki de insanın bulduğu en önemli iletişim aracı. Bütün araçları devre dışı bırakan, bütün araçların toplamından daha çok şey anlatabilen bir iletişim aracı. İnsanı yaşadığı andan, mekândan yalıtan, bir duygu denizinin içinde yüzdüren, hafifleten, huzur veren, güven veren bir eylem. Sarılmak, var olmaktır aslında.
Beş yaşındaki yeğenimin beni her gördüğünde gülen yüzüyle bana sarılması var olduğumu hissettiriyor.
Anneme her gördüğümde sarıldığımda kendimi güvende hissederim. Eşime sarıldığımda sevildiğimi, dostlarıma sarıldığımda değerli olduğumu… Bilirim ki ben de onlara aynı şeyleri hissettiririm. Günlük hayatın koşuşturmacasında, hayatı katlanılır kılan şeydir sarılmak.
 
Japonya’da “sarılma evleri” olduğunu biliyor muydunuz?
Mottoları: Aşk yok, partnerlik yok, sadece sarılmak ve rahatlamak var.
Günün yorgunluğunu atmak isteyen Japonlar, sarılma ihtiyaçlarını bu evlere giderek gideriyorlar. Saatine 35-37 dolar vererek…
 
Altı ay önce romanım yayınlandığında imza günüme epeydir görmediğim bir dostum gelmişti. Onu birden karşımda görünce, bir şey diyemedim. Bir şey demeden sarıldım. O günün bana en güzel hediyesiydi.
Yeni biten kitap fuarında da başka bir eski dostu gördüm karşımda. Sarıldım sadece. Karşılıklı ettiğimiz iki cümleden daha çok konuştuk sarılarak.
Fuar alanında yürürken, baktım, fuarı düzenleyen dostum Naime geliyor karşıdan. Yorgun, düşünceli… Kollarını iki yana sarkıtmış, başı önde… Standların arasında birbirimize doğru yürürken aramızda kimse yoktu. Açtım kollarımı, “bana sarılmaya mı geliyorsun?” dedim. Gülerek açtı kollarını, sarıldık. Kendini iyi hissetmişti, eminim.
Fuar bitiminde kadim dostum Saruhan’la vedalaşırken, “gel sana bir sarılayım” dedi bana.
Ben de, bu konuda birkaç satır yazsam iyi olacak, diye düşündüm o anda.