Şehir Tiyatrosunda geçen hafta “Çanakkale Geçilmez” isimli tiyatro oyununu, aslında tiyatroya uyarlanmış gerçek bir kahramanlık öyküsünü izlemekten mahrum kalmıştım. Çünkü salon o kadar kalabalıktı ki, oturduğum yeri o an ayakta bekleyen yaşlı bir bayana bırakıp, dışarıya çıkmış ve yoğunluk nedeniyle de bir daha salona geri dönememiştim.
Gerçi salonda beklerken gördüğüm detayları haber yaparak boş durmadım ama içeride, sahnede neler olup bittiğini de bir hayli merak etmiştim. Maalesef Manisa’nın mevcut tiyatro salonu küçük olduğu için aynı anda sadece 300 küsur kişi oyunları izleyebiliyor. O gün en az salonu iki kez dolduracak kadar insan gelmiş ve bir bölümü geri dönmüştü. Yen salonlar yapılacak: Bu şehirde artık tiyatroseverden ziyade tiyatro salonuna ihtiyaç olduğu aşikar.  
O gece salona giremeyenler için oyun ikinci kez sahnelendi. Bu kez içeriye girebildik. Ve sahnede olup biten her şeyi dolu dolu izledim.
Baştan emeği geçen herkesi canı gönülden tebrik edeyim. Oyun esnasında bir kaç kez gözyaşlarımı tutamadım. Çevremdekilerin de benimle benzer duygular içinde olduğunu gördüm. Büyükşehir Belediyesi çocuk korosunun başarılı performansıyla yapılan sempatik açılışın ardından dev ekranlarda önce Çanakkale anlatıldı.  
Manisa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Tayfun Şengöz, oyunun yönetmeni ve aynı zamanda senaristi. Çanakkale savaşı öncesi ve esnasında yaşananlar yalın bir şekilde sahneye aktarılmış. Hele Tayfun Şengöz’ün oynadığı Anzak askeri ve okuduğu mektup…
“Gelibolu cehenneminden hepinize merhaba!” diyerek mektubuna başlayan Alistair John Taylor isimli askerin şu cümleleri belki de son günlerde yaşadıklarımıza ışık tutuyordu: “Kahramanlık mı? Hadi yaa. Kahramanlık zorla olmaz. Vatana gelince... Burası Türklerin vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil. Bizler İngilizlerin de söyledikleri gibi sadece hevesli oğlan çocuklarıyız. Asıl kahraman olan Türkler. Türkler vatanlarını savunmak için bize karşı çok ağır şartlar altında direniyorlar ve kahramanca ölen asıl onlar.”
Sahnedeki en can alıcı an ise Çanakkale destanının sembol isminin canlandırıldığı andı. Dev ekranda Seyit Onbaşı belirdiğinde sahnede de o büyük kahramanın torunları vardı.
İşte o an alkış koptu…
Seyircilerin arasına giren geleneksel giyimli kızlar Çanakkale'de şehit düşen askerlerin anısına künyeler dağıttılar.
Finalde ise Çanakkale Türküsü…
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah…
Çanakkale için yapılan her işe her emeğe saygı duyuyorum, önemsiyorum. Çünkü Çanakkale unutuyoruz. Ne kadar çok eser olursa o kadar çok hatırlarız. Ne kadar çok hatırlarsak o kadar çok bu vatana sahip çıkarız. Birleşiriz. Ayrışmaktan korkarız.
Yazar Aydın Ayhan “Çanakkale… Ah! Çanakkale…” isimli kitabında “Çanakkale’yi unuttuk.  Devletin bekası için 250 binden fazla gencecik insanımızı yitirdiğimiz Çanakkale’yi unuttuk. Bugün gidip piknik yapıp geliyoruz. Çanakkale’yi unuttuk…” ifadeleriyle durumu o kadar güzel özetlemiş ki…    
Ve aynı kitapta tüylerimi diken diken eden o iddia meselesini hiç duydunuz mu? Çoğumuz iddiaya gireriz, iddia oynarız ya. Çanakkale’de savaşın tam ortasında iddia oynarmış askerler.
Kitapta o kısım şöyle ifade edilmiş:  
“Geceleri siperlerde bir başka dünya yaşanmaktadır. Askerler birbirleriyle yarışmalar yapmakta, iddialara girmektedirIer. Tarihte hiçbir milletin evlatlarının girmeye cesaret etmeyi bile düşünemeyeceği bu iddialar, sabah yapılacak muharebede kim daha önce şehit olacağı üzerine idi. Kimin kazandığı ancak Allah'ın huzuruna varıldığında öğrenilecekti. Gerçeği ancak O bilirdi. Allah şahittir çünkü. Onun huzuruna şehit olarak varma, en büyük lütuf, en büyük devlettir.”