2016 Nobel Edebiyat Ödülü’nün “müzisyen” Bob Dylan’a verildiği İsveç Akademisi tarafından açıklandı. Ödülün gerekçesi de “Amerikan müzik geleneğinde yeni bir şiirsel ifade yarattığı için” olarak belirtildi.
 
Oysa yıllardır Nobel almak isteyen ve sürekli en kuvvetli aday olarak görülen Japon yazar Haruki Murakami, düne kadar Nobel bahisçilerinin en büyük favorisiydi. Demek ki Akademi’ye lüzumundan fazla sürrealist geldi ‘Sahildeki Kafka’!
 
Ya da Batı Entelijansiyasının dillendirilmeyen kriterlerinden olan ‘ne kadar doğudaysan, o kadar batıdan yazmalısın’ düsturunu, o kadar gelenekçilikten uzaklaşmasına rağmen yine yerine getiremedi demek ki…
Oysa son okuduğum romanı Sputnik Sevgilim’de hikâyenin büyük bölümü bizim Ege adalarında, Sakız ve çevresinde geçiyordu. Demek ki daha daha Batı’ya Murakami, daha Batı’ya!
Ne de olsa bugüne kadar Nobel Edebiyat ödülü alan 112 kişinin üçte biri Fransa, İngiltere ve ABD vatandaşı… Diğer Avrupa ülkelerini de ilave edersek bu oran %80’e çıkıyor! Orhan Haşim Elmalı dostumun dediğim gibi Murakami gitar çalmaya başlasın, Nobel’i alamasa da yakında Grammy’e aday olabilir!
 
Selim İleri, ülkemizde nitelikli okur sayısının on bini geçmeyeceğini söylüyor, ben de ona katılıyorum. Dünyada da oranların fazla fark etmeyeceğini düşünüyorum.
Nitelikli okurun en önemli vasıflarından biri kitapları ve yazarları aldıkları ödüllere göre değerlendirmemesi, okuma tercihlerinde alınan ödüllerin neredeyse hiç etkisinin olmamasıdır. Hele ki, bu ödül, dinamit gibi kitlesel bir yok edici silahı icat etmiş bir adamın başının altından çıktıysa.
 
1901’den beri verilen bu ödülün tarihinde öylesine garip ve çarpık şeyler var ki nitelikli bir okurun bu ödülleri dikkate alarak okuma dünyasını zenginleştirdiğini söylemek çok güçtür. Bunun için sadece, 1953’de bu ödülün Winston Churchill’e verildiğini anımsatmam yeterli olur sanırım. Churchill Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında Birleşik Krallık Başbakanıydı ve ona ödülün verilme gerekçesi şuydu:
“Tarihi ve biyografik açıklamalarının ustalığı kadar, yüce insani değerleri savunurkenki parlak hatipliği”!...
 
Bizim daha çok “Açlık” romanıyla tanıdığımız Norveçli yazar Knut Hamsun da 1920’de bu ödülü aldı. Aynı Hamsun ilerleyen yıllarda öylesine sıkı bir Nazi taraftarı oldu ki, Norveç halkı onu edebiyat tarihinde görülmemiş bir şekilde cezalandırdı:
Bir sabah evinde uyanan Knut Hamsun, pencereden baktığında, bir kişinin evinin önüne gelip kapıya bir kitap bıraktığını gördü. Dikkatlice bakınca bırakılan kitabın kendi kitabı olduğunu fark etti. Ardından başka insanlar geldi, hiç konuşmadan, bir şey söylemeden ellerindeki Knut Hamsun kitaplarını yazarının evinin önüne bıraktılar. Bir süre sonra yazarın kapısının önü kendi yazdıklarından oluşan bir kitap yığınına dönüşmüştü. Okurları yazarı terk etmişti… Taktirin Nobel’de değil, okurda olduğunun en büyük kanıtıdır bu olay…
 
Nobel Edebiyat Ödülü’ne 1964’de layık görülen ve bu ödülü reddeden Jean- Paul Sartre, şöyle demektedir:
“Nobel günümüzde Batı bloku yazarlarına ya da Doğu’da başkaldıranlara verilen bir ödül olarak görülmektedir. Herkesten fazla layık olduğu halde Louis Aragon düşünülmemiştir. Ödülün Şolokof’tan önce Pasternak’a verilmesi (1958 ödülünden söz ediyor) ve Sovyetlerden seçilmiş tek eserin memleketinde yasaklanmış ve ancak basılabilmiş bir kitap olması, esef edilecek bir durumdur.”
Pasternak, gerçekten de Politbüro ile sorunlar yaşıyordu ve Doktor Jivago isimli eseri daha batıda doğru dürüst kimse okumadan Newyork Times’ın çok satanları arasına girmişti!
Sartre bu ödülü reddeden tek yazar olarak bilinir, oysa daha önce Pasternak da bu ödülü almamıştır. Ama onun almayışının sebebinin ülkesinin baskısından kaynaklandığı iddia edildiği için tartışmalıdır.
 
Varoluşçuluğun büyük ismi Jean-Paul Sartre, büyük bir yazar ve düşünürdür. Fransız düşünür, hem yazarlığıyla, hem kendine özgü olarak geliştirdiği varoluşçu felsefesiyle 20. yüzyıla damgasını vurmuştur.
Öyle ki, Fransa’nın Cezayir’i işgal ettiği yıllarda, Fransa’da, bir Fransız olarak bu işgali kınayan gösterilere katılan, bildiriler dağıtan Sartre’ın tutuklanması istenir. Fransa Devlet Başkanı De Gaulle, kendisini bu kadar zora sokan Sartre’ın tutuklanmasına karşı çıkar ve o tarihi sözünü söyler: “Sartre Fransa’dır!”
 
Jean- Paul Sartre, Nobel edebiyat Ödülü’nü kabul etmeyişinin sebeplerini uzun uzun açıklar, bu nedenleri kişisel ve objektif sebepler olarak ikiye ayırır. Ayrıca belirtelim ki, Sartre sadece Nobel’i değil hayatı boyunca hiçbir resmi kurumun ödülünü kabul etmemiş, Fransa’nın en büyük devlet nişanı olan “Legion d’honneur” u bile reddetmiştir.
Şahsi sebep olarak hiçbir ödülü kabul etmediğini hatırlatır ve bunu şöyle gerekçelendirir:
“Siyaset, topluluk ya da edebiyat meselelerinde bir tutumu benimseyen yazar, bence ancak kendi imkânlarını, yani kalemini ve kâğıdını kullanmalıdır. Kabul edeceği her paye, okuyucularını bir etki karşısında bırakır ki, işte ben bunu istemiyorum.”
Objektif sebeplerinde ise yukarıda belirttiğim Nobel ödülünün mantığıyla ilgili düşüncesi yer alır.
 
Sartre’ın ödüle layık görülmesinin gerekçesi şudur: “Zengin fikirlerle ve gerçeği arayış ve özgürlük ruhu ile dolu, geniş kapsamlı etki gösteren eserleri için”… Bu konuda Sartre şöyle diyor:
“İsveç Akademisi’nin gerekçesinde özgürlükten söz ediliyor; çeşitli yorumlara açık bir kelimedir bu… Batı’da oldukça genel bir anlamı vardır; bana gelince, ben, bir çift daha pabucu olmak ve doyasıya yiyecek bulmak haklarında ve imkânlarında gerçekleşen, daha elle tutulur bir özgürlük anlayışına sahibim. Ödülü geri çevirmeyi,  kabul etmekten daha az tehlikeli buluyorum. Kabul etmekle ‘bağımsızlıktan taviz verme’ diyebileceğim bir sonucu da benimsemiş olurdum.”
 
Ben ilk gençliğimde Sartre’ın “Akıl Çağı” romanını okuduğumda ve onu sevdiğim yazarlar arasına aldığımda onun Nobel’i reddettiğini bilmiyordum.
Saramago’nun “Körlük” romanını okuduğumda o daha Nobel almamıştı.
“Yüzyıllık Yalnızlık”ı okuduğumda da Marquez’in Nobel ödüllü olduğunu bilmiyordum.
 
Nobel, okuru bir yerden daha iyi bir yere götürmez ama iyi kitap mutlaka başka iyi bir kitaba götürür. O yüzden Nobel veya diğer ödüller edebiyat yolculuğumu hiç etkilememişlerdir.
 
Ama bu son ödül bir edebiyat sevdalısı olarak içimi acıttı açıkçası.
Sorun Bob Dylan’ın iyiliği, kötülüğü değil, ki onu sevmeyen çok az insan vardır zaten.
Söz konusu ödül müzikten edebiyata bir kanal açıyorsa eğer, Leonard Cohen’i niye “görkemli kaybeden” yapıyorsunuz? Onca şiir kitapları ve romanları varken?
 
Hadi onu da geçtim… Bob Dylan’a ödülün layık görülmesinin gerekçesi şu:
“Müzik geleneğinde yeni bir şiirsel ifade yaratması”…
 
Müzikte yeni bir şiirsel ifade yaratmaksa konu, çığır açmaksa sözlerle, o zaman yanlış Bob’a vermişsiniz kardeşim ödülü… Yaşarken diğer Bob’u es geçmeyecektiniz…
Bob Marley’e verecektiniz!...