2013 yılı Mart ayında bir gece vertigo şikayetiyle acildeydim.
Takılan serum toparlanmama yetmişti. Ertesi gün KBB’ye gitmem gerekiyordu.
Sabah daha iyiydim. Şimdiki Merkez Efendi Devlet Hastanesi’nin merdivenlerinden çıkarken, yaşlı bitkin bir kadın ve yanında onun kolunda merdivenden çıkmasına yardım eden elli yaşlarında bir kadın gördüm.
Kadın yardım ederken, sürekli yaşlı kadına bağırıyor, onu azarlıyordu. Yaşlı kadın adım atmakta zorlandığı için yanlarına gelince bende diğer koluna girdim. 
Kadın söylenerek, kızarak, öfkeyle yaşlı kadını içeriye götürdü. 
Ben sıra numarası almak için beklerken yaşlı kadının yanındaki kadın da sıraya girdi.
KBB polikliniğinin önüne gelince, az önce merdivenlerden zorla çıkan yaşlı kadının karşıda oturduğunu gördüm. Yanında boş yer vardı. Geçmiş olsun diyerek kadının yanına oturdum.
Kadın başını salladı.  Öyle bitkin, öyle hasta görünüyordu ki adeta gözlerinin feri sönmüştü!
O sırada kızı, ya da gelini olduğunu zannettiğim kadın geldi. Aynı sinirli ses tonuyla; “Daha sana çok sıra var,  buradan kıpırdama, ben bahçede oturup sigara içeceğim” deyip gitti.
Yaşlı kadın üzgün yüz ifadesi, halsiz bakışlarıyla başını salladı. 
“Kızınız mı, gelininiz mi?” diye sordum.
Yaşlı kadın kısık bir sesle "Kızım" dedi.
Niye kendisine böyle acımasız davrandığını sorunca, yaşlı kadın fersiz gri gözleriyle bir müddet bana baktı. Çok acı çekiyordu, çok hastaydı ve yanındaki kadın çok merhametsizdi.
Yaşlı kadın; “Ne ekersen onu biçersin… O benim kızım...” dedi.
İyice meraklanmıştım. Sonra kesik kesik nefes alarak anlattı…
Gençliğinde bir görenin bir daha baktığı çok güzel bir kızmış. Güzelliğin her şeye kadir olduğunu, istediği her şeyi yapabileceğini, yaptığı her şeyin de mubah olduğunu düşünüyormuş. 
Aklı bir karış havada, uçarı, şımarık, hiçbir şeyi fazla düşünmeyen güzel bir genç kız...
Yirmili yaşlarda beğendiği birine kaçarak evlenmiş. Evlenince uslanır, kendini toparlar diye düşünenleri yanıltmış. Üç beş yıl, kör topal evliliği devam etmiş ancak...
Bundan sonrasını yaşlı kadının sözleriyle tamamlayalım:
"Evliliğimin dördüncü yılında bir kızım oldu. Maddi durumumuz iyi değildi. Ben çok güzel bir kadındım. Her şeyin en güzeline layıktım. Güzel giyinmek, güzel evde oturmak, bol para harcamak benim hakkımdı. Bu yüzden eşimle sık sık kavga ediyordum.
Tabii niyet kötü olunca, kısa sürede bana ilgi duyan zengin birini buldum… Gizli gizli buluşmaya başladık. O da eşiyle boşanma aşamasındaymış.
Aradığım zenginlik, ilgi, her şey o adamda vardı. Boşanıncaya kadar bana bir ev tutacaktı. Hiç düşünmeden eşimden ayrıldım. O zengin adamın tuttuğu lüks daireye yerleştim. Yalnız evden ayrılırken beş yaşındaki kızım eteklerime yapışmış, gitme anne diye feryat figan çırpınıyordu. Bir yanda lüks hayat, bir yanda kızım ve sefillik…
O an hiç içim sızlamadan kızımı eteklerimden ayırıp, babaannesine ittim.. Hayatımda ayakbağı olacak hiçbir şey istemiyordum. Kızım da benim için çok şey ifade etmiyordu. Kızımı bir köpek yavrusu gibi hayatımdan çıkarıp atmıştım. Oysa köpekler bile yavrularına benden daha iyi annelik yapıyorlar...
Ben ayrılınca eşim de Manisa'yı terk etti. .
Sonra ne mi oldu? Rüya gibi hayatım, iki yıl içinde kâbusa döndü. Zengin iş adamı karısından boşanmadığı gibi, benden genç sevgili bulup, bana yol verdi. Ondan sonrası berbat...
Evlenmek vaadiyle yanıma yaklaşan hiç kimse benimle evlenmedi. Yaşlandıkça çamura battım. Maddi manevi yıkılmıştım. Kanser olunca , hayatımdaki yanlışlarım, günahlarım dağ gibi önüme yığıldı... Pişmanlıklarım , çektiğim vicdan azabı kanser illetinden bile beter...
Sonunda bana acıyan birkaç iyi insanın gayretiyle kızımı buldum. Allah razı olsun kızım da kocası da bana sahip çıktı. Tedavim için uğraşıyorlar. Kızım bana bağırıp, çağırmakta haklı.Ben ona hiç analık yapmadım ki…
O bana bağırınca; ‘Allah'ım kızımı affet... Onun öfkesini benim günahlarıma kefaret kıl. Ben fazlasını hak ediyorum’ diye Allah'a yalvarıyorum.
Kızım bana öfkelenmekte öyle haklı ki… Beni affedemiyor. Ben hatalarımın cezasını çekiyorum. O gün kızımın ellerini eteğimden çekip iterken, yüreğinden sevgiyi, merhameti de kendi ellerimle söküp aldım. Kızımı analı -babalı öksüz bıraktım...
Diktiğim fidanı kendim zehirledim. Onu sevgisiz , korumasız, dede nine eline terk edip gittim. Öyleyken bile kızım gene bana sahip çıktı.
Varsın yavrum bana kızsın, söylensin. Varsın sözleriyle beni hırpalasın.Ne önemi var? Evladım gözümün önünde ya , bana sahip çıktı ya. Daha ne isterim ki?
Az bir zamanım kaldı. Bu hastalık beni götürecek. Belki bu hastalık günahlarıma kefaret olur. Allah beni bağışlar, affeder... Kızım da belki beni bağışlar... 
Güzelliğimi kullanacağıma, keşke aklımı kullanıp kendimi yetiştirseydim. Kızıma, yuvama sahip çıksaydım. Aza kanaat edip, kendi heveslerimin peşinde koşmasaydım. Bunları çok geç anadım. Artık her şey için o kadar geç ki... Yaptıklarım için öyle pişmanım ki... Rabbim beni affetsin diye gece gündüz yalvarıyorum..."
Yaşlı kadın gözyaşları içinde, derin bir üzüntüyle bunları anlatmıştı...
Sonra derin bir nefes aldı, gözlerini sildi…
"Yıllardır içimi yakan acılarımı sana anlattım... Ferahladım be kızım sağ ol... Konuşacağım, dertleşeceğim kimsem yok... Öyle yalnızım ki biriyle konuşmak bana çok iyi geldi” dedi.
Yaşlı kadının anlattıkları, öyle ibret dolu, öyle tahmin etmediğim şeylerdi ki… Mendil verdim, omuzuna dokunarak; “Çok üzüldüm. Allah yardımcınız olsun… Bakarsınız her şey değişir. .. Kızınız sizi affeder, hastalığınız şifa bulur.. Allah büyüktür” dedim.
Yaşlı kadın gözlerinden sicim gibi akan yaşları silmeye yetişemiyor, sessizce gözyaşlarını akıtıyordu. Ben kadını teselli edemiyordum. Çevremizdekiler bize dönüp bakmıyordu bile...
Yaşlı kadının sessiz gözyaşları dinmiyordu... 
“Çok pişmanım, çaresizim, günahkârım, hastayım... Gece gündüz tövbe ediyor, af diliyorum " dedi.
O anda müşfik bir ses; “Hadi anne bizim sıramız geldi” diye seslendi.
Sesin sahibini görünce ne diyeceğimi bilemedim. Yaşlı kadının kızı yanımızdaydı. Ne zamandır bizi dinliyor ya da annesinin söylediklerinin ne kadarını duydu bilmiyorum. Ancak öyle bir şefkatle yaşlı kadının koluna girdi ki... 
Ben biraz şaşkın, biraz da yaşlı kadın adına endişelenerek; “Geçmiş olsun. Allah şifa versin. Anneniz çok hastaymış” dedim.
Yaşlı kadının kızı ,gözleri dolu dolu bana baktı, sonra; “Enfeksiyon kapmasın diye ,annemi kontrole getirdim...”
Yaşlı kadının bakışları sanki canlandı. Kızı bir iki adım attıktan sonra döndü; “Artık annemin dertleşecek bir kızı var. Sağ olun” dedi.
Bir an içim sevinçle doldu...
Kızı annesini affetmiş miydi? Yaşlı kadın son günlerini rahat mı geçirecekti? Anneyle kızın arasındaki buzlar çözülmüş müydü? 
Bu soruların cevabını bilmiyorum. Ancak merdivenlerden çıkarken annesine bağıran, hırpalayan kadın, şimdi annesini incitmekten korkuyordu…
Allah'ın hikmeti, belki annesinin pişmanlığını, çaresizliğini, bana anlattıklarını duymuştu.
Annesinin zehirledim dediği fidanı zehirden arınmış, sevgiyle dolmuştu...
Kim bilir belki o günden sonra anne-kız sevgiyle kucaklaşmışlardı…
Hatırladıkça hüzünlendiğim bir anı...