Dunning-Kruger Sendromu’nu duydunuz mu hiç?
Eminim çevrenizde sıklıkla bu tür insanlardan vardır. Genel davranış şekilleri şöyledir:
*Her şeyi en iyi kendilerinin bildiğini iddia ederler.
*Her şeyi kendileri halletmek isterler.
*Kendi niteliklerini abartma eğilimindedirler.
*Çok övünürler, çok çalışıyor havası estirirler.
*Her şeye hazırlıklıymış gibi davranırlar.
*Başarısız olmaları halinde, başarısızlığı başkasının üzerine atarak hiç yaşanmamış hale getirmeye çalışırlar.
*Tek ve biricik doğruyu kendilerinin bildiğine inanırlar.
 
Örnekler çoğaltılabilir. Özellikle günümüzde herkesin her şeyi bildiği, Sokrates’in “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözünün yerinde yeller estiği bir dünyada yaşıyoruz. Herkes (hadi ‘hemen hemen herkes’ diyelim) hem kendi yaptığı işi çok iyi biliyor, hem de başkalarının yaptığı, kendisinin hiçbir deneyimi ve bilgisi olmadığı işleri… Yalnız işleri de değil, tutumları, davranışları, fikirleri, ahlâk ilkelerini ve hatta kanunları…
 
Cornell Üniversitesi’nin iki psikologu Justin Kruger ve David Dunning, yirminci yüzyılın sonlarında, tarihe geçecek bir araştırma yapıp bir tanıda bulundular ve Dunning-Kruger Sendromu veya Dunning-Kruger Etkisi olarak adlandırılan bu çalışmalarıyla 2000 yılında Nobel aldılar. (Bu Nobel’in bildiğimiz Nobel’den farklı, “Ig Nobel” olarak adlandırıldığını belirtelim.)
“Üstünlük yanılsaması” olarak tanımlanabilecek, halk arasında “cahil cesareti” denen teorileri özetle şöyle diyor:
“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini arttırır.”
 
Bu iki psikolog, Cornell Üniversitesi’nde öğrenciler arasında bir test yaptılar ve öğrencilere “Nasıl geçti?” sorusunu sordular.
Soruların yüzde 10’una bile doğru yanıt veremeyenlerin özgüvenleri bulutlara değiyordu! Bu öğrenciler testin yüzde 60’ına doğru yanıt verdiğini düşünüyordu!
Soruların yüzde 90’ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise çok “alçakgönüllüydü”! Bu denekler, soruların en fazla yüzde 70’ine doğru yanıt verdiklerine inanıyordu.
Bu testle birlikte diğer araştırmalarını da birleştiren psikologlar şu sonuçlara vardılar:
*Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
*Niteliksiz insanlar kendi niteliklerini abartma eğilimindedirler.
*Niteliksiz insanlar, nitelikli insanların niteliklerini de göremez ve anlayamazlar.
*Niteliksiz insanlar ilgilendikleri konularda eğitim görürlerse, niteliksizliklerinin ve yetersizliklerinin farkına varmaya başlayabilirler.
 
Tabii, niteliksiz insanların bu özellikleri, (yani bir bakıma ‘her şeyi bilmeleri’) kariyer açısından itici güç oluşturur ve her şeyi kendilerinde hak görürler. Gerçekten nitelikli, donanımlı ve yeterli insanlar ise, kendi niteliklerinin farkında olmadıkları için hak ettikleri taleplerde bulunmaz, “alçakgönüllü” davranırlar. Bu da onlarda toplumsal hayatta ve iş hayatında kırgınlıklara, küskünlüklere yol açabilir. Hani atalarımızın dediği gibi “fazla tevazu gösterme, doğru sanırlar.”
Aslında teorinin bu sonucu vermesinin temel sebebi şu: Niteliksiz insanların ölçüsüzlükleri kendileriyle ilgili algılarındaki hatalardan; nitelikli insanların ölçüsüzlükleri ise diğer insanlarla ilgili algılarındaki hatalardan kaynaklanmaktadır.
Her şeyi bilen (bildiğini sanan) insanlara çevremizde sıklıkla rastlarız. Aslında herkes sadece kendi işine odaklansa ve bütün enerjisini buna harcasa çok daha sağlıklı gelişmiş bir toplum oluruz.
Bu her şeyi bilme ve her şeyi yapabilme inancına, “ben bu işi de hakkıyla yaparım” bilgiçliğine, çok ilgilendiğim için edebiyat alanında ziyadesiyle rast geliyorum. Sanırım Türk Edebiyatı Tarihi’nde bir eşiği aşmak üzereyiz. Tarihte ilk kez sanırım ülkemizde yazar sayısı okur sayısını geçmiş durumda! İnsanlar artık okumaktansa yazmayı tercih ediyorlar! Edebiyat dünyası kitap okumayan yazarlarla kuşatılmış durumda! Bu konuda kimseye bilirkişilik taslayacak, o yazsın, bu yazmasın diyecek durumda değilim. Sadece William Shakespeare’e atfedilen bir anekdotu aktarmakla yetineceğim:
Bir gün bir şemsiye tamircisi, W. Shakespeare’e kendi yazdığı şiirlerini yollar ve değerlendirmesini ister. Shakespeare, yazdığı yanıtta şöyle der:
“Dostum siz şemsiye yapın. Hep şemsiye yapın. Sadece şemsiye yapın!”