25 günde bir roman yazılabilir mi? Ama öyle eften püften bir roman değil… Yazıldığı zamandan iki yüzyıl sonra da okunmaya devam edilecek, film uyarlaması yapılacak bir roman? Derinlemesine psikolojik çözümlemeleri olan, birçok karakterin işle

 

 

25 günde bir roman yazılabilir mi? Ama öyle eften püften bir roman değil… Yazıldığı zamandan iki yüzyıl sonra da okunmaya devam edilecek, film uyarlaması yapılacak bir roman?

Derinlemesine psikolojik çözümlemeleri olan, birçok karakterin işlendiği, yazıldığı dönemin toplumsal yapısına ışık tutan, karmaşık bir aşk ilişkisini de konu edinen şöyle 200 sayfa civarında bir roman 25 günde yazılabilir mi?

İki koşul bir arada olursa yazılabilir…

Borçlarınızdan dolayı alacaklılarınız kapıya dayandıysa, yayıneviyle kitabı bir ay içinde teslim etme anlaşması yaptıysanız, teslim etmediğiniz takdirde hem maddi hem manevi olarak sıfırı tüketecek durumdaysanız…

Ve adınız Dostoyevski’yse…

**

Edebiyatın dev ismi Dostoyevski, sadece eşsiz yapıtlarıyla değil yaşamıyla da çok özgün bir yerdedir. Onun yapıtlarını yaşamından bağımsız düşünemeyiz. Özellikle en ünlü ve büyük eserlerinde mutlaka kendi yaşamından veya karakterinden izler buluruz.

Örneğin Einstein’ın “Edebiyat dünyasının en büyük başarılarından biri” dediği, Tolstoy’un “en sevdiğim kitap” diyerek övdüğü Karamazov Kardeşler, sorumsuz, nefret edilen bir baba figürünü hikâyenin merkezi yapar. Dostoyevski, alkolik, sinirli, sıkı disiplinli bir baba tarafından büyütülmüş, çocukluğu boyunca babasından nefret etmiş, öldüğünü öğrendiğinde de garip bir suçluluk duymuştur. Karamazov Kardeşler’in mahkeme sahnesinde İvan’ın “Hangimiz babamızı öldürmek istemezdik ki…” cümlesi bu duygunun iz düşümüdür.

Bir Sara hastası olan Dostoyevski’nin sara nöbetleri ilk olarak babasının ölümünün ardından başlar. Freud, Dostoyevski’nin sara hastalığını doğrudan babasının ölümüyle ilişkilendirir. Karamazov Kardeşler’deki Semerdyakov karakteri sara hastasıdır.

Ama asıl sara hastası karakteri Budala romanında görürüz. Sara hastası Dostoyevski Budala romanını Prens Mışkin merkezinde anlatırken, bu karaktere kendisinin çok iyi bildiği hastalığı aşılamıştır.

Dostoyevski’nin sadece kişilik özellikleri değil yaşadıkları da yazdıklarında çok belirleyici olmuştur. İlk kitabı İnsancıklar’ı 25 yaşında çıkardığında çok beğenilmiş, ardından üst üste birkaç kitap daha çıkarmış (Öteki, Ev Sahibesi, Beyaz Geceler, Bir Yufka Yürekli vs…), aldığı olumsuz eleştiriler onu ruhsal bir çöküntüye sürüklemiş ve tam o dönemde politikaya duyduğu ilgi onu bir anda kurşuna dizilmekle karşı karşıya bırakmıştır.

Henüz 28 yaşındayken “Devlet aleyhinde bir komploya karıştığı” iddiasıyla tutuklanmış, 8 ay hapis yatmış, dokuz kişiyle birlikte kurşuna dizilecekken son anda gelen bir af kararıyla cezası Sibirya’da 4 yıl kürek mahkûmluğuna çevrilmiştir.

Sibirya’da geçirdiği yıllar Suç ve Ceza romanının düşünsel temelini oluşturmuştur. Suç ve Ceza kavramları üzerine düşünecek bolca zamanı olmuş ve Raskolnikov karakteri bir bakıma Sibirya’da doğmuştur.

Sibirya dönüşü yazdığı eserlere gelen olumlu tepkiler adından tekrar sıklıkla söz edilmesine neden olmuştur.

**

Dostoyevski 1863’de, 42 yaşındayken ilk Avrupa seyahatine çıktığında kumarla tanışmış, kısa zamanda iflah olmaz bir kumarbaz haline dönüşmüş, Rusya’ya dönüşünde de bu bağımlılığından kurtulamamış, kumar borçları yüzünden yazmadığı romanların avanslarını almaya başlamış, en sonunda edebi bir kumar oynamıştır.

Hem avanslarının karşılığını vermek, hem de içindeki kumarbazı bir anlamda bir kafese hapsetmek amacıyla sadece 25 günde bir roman yazmıştır. Romanın adı da yazarın içinde bulunduğu duruma son derece uygundur: Kumarbaz!...

Dostoyevski’nin kızı anılarında şöyle diyor:

“Dostoyevski daha ilk Avrupa yolculuğunda ruletle tanışmıştı, hatta pek önemli bir para da kazanmıştı. Başlangıçta kumar onu pek çekmiyordu. Ancak, Pauline’le birlikte yaptığı ikinci yolculukta kumar tutkusu onu kıskıvrak yakaladı.”

İlginçtir, gerçekte yazarı kumar tutkusuna bulaştıran kadın gibi romandaki baş kadın karakterin adı da Pauline’dir… Gerçekteki Pauline yazarın Paris’te yaşayan sevgilisidir ve onunla geçirdiği seyahat onu kumar bağımlısı yapmıştır. Kitapta da bir generalin üvey kızı olan Pauline’nin teşvikiyle Aleksi İvanoviç kumara başlar. İvanoviç kıza karşılıksız bir aşk beslemektedir ve onun için her şeyi yapmaya hazır olduğu için bir anda kendini rulet masalarında ve kumarın dipsiz kuyularında bulur.

Kumarbaz romanı insan doğasındaki sınırsız kazanma hırsını, kaybettikçe kaybedileni geri getirme umudunun artışını çok çarpıcı bir şekilde işler.

Dostoyevski henüz ilk Avrupa seyahatinde bu konuyu işleyecek bir roman yazmayı tasarlar, bunu da arkadaşına yazdığı mektupta anlatır. Fakat yazması birkaç yıl sonra olur ve bir bakıma kumar oynayarak…

1866’da alacaklıları sıkıştırınca, yayımcısıyla tüm yapıtlarının yayınlanması için anlaşma imzalayarak, henüz basılmamış bir romanı 1 Kasım 1866’dan önce vermek üzere anlaşır, tersi bir durumda bu basım üzerindeki bütün haklarını yitirecek ve aldığı paraların da hepsini geri ödeyecekti. Üstelik bir de Suç ve Ceza için başka bir yayıncıdan avans aldığı için, her iki kitabı da en kısa zamanda tamamlamak zorundaydı.

Anlaşmayı yaptığı zaman, Haziran ayında arkadaşına şöyle yazıyor:

“Çok garip ve şimdiye kadar hiç görülmemiş bir şey yapacağım. Tam dört ayda, birini sabah, öbürünü akşam yazacağım iki ayrı roman için otuz baskı provası yazacağım; ancak böylelikle zamanında bitirmiş olabileceğim… Eminim ki geçmiş ve şimdiki yazarlarımızdan hiç biri benim sürekli içinde yaşadığım koşullarda yazmamıştır; bunun sadece düşüncesi bile Turgenyev’i öldürürdü…”

O günün teknik koşullarında iki romanı birden yazmak pratik anlamda çok zor olduğu için Dostoyevski arkadaşlarının öğütlerini dinler ve bir stenograf tutar: Anna Snitkine… Kumarbaz’ın kesin metnini ona 4-29 Ekim 1866’da yazdırır. İçinde bulunduğu durumu ve ipotek altına aldığı geleceğini kurtarmak için oynadığı son koz işe yarar. Kitabı söz verdiği zamanda bitirir.

Üstelik yazarın sıklıkla gelen sara nöbetleri olduğunu ve o sırada borçlarından dolayı bir otel odasında kaldığını da unutmayalım. Eğer bu eseri bitiremese belki de her şeyini yitirecekti. Bu psikolojik baskıda ve olumsuz koşullarda hem Kumarbaz’ın hem de Suç ve Ceza’nın bitirilmiş olması, üstelik yavan birer romanlar olarak değil, edebiyat tarihinin en nadide eserleri olarak ortaya çıkması Dostoyevski’nin edebiyatta ne derece bir deha olduğunu kanıtlar.

Kitabın yazımı ve teslimi sonrasını da söyleyelim. Dostoyevski aslında bir bakıma Kumarbaz’ı yazarken kumar oynamış, kumardan kurtulmak için kumar oynamış, içindeki kumarbazı kitaba hapsederek ondan kurtulmak istemiştir. Kitabı teslim ettikten bir hafta sonra Anna’ya evlenme teklif etmiş, stenografıyla 3 ay sonra evlenmiştir. Evlendikten iki ay sonra borç yüzünden hapis tehlikesiyle karşı karşıya kalınca Rusya’dan kaçmak zorunda kalmış, kumarbaz yaşamı tekrar başlamıştır. Fakat bir süre sonra karısının gönderdiği paralar da suyunu çekince kesin bir kararla kumarı bırakmış, ülkesine dönmüştür.

Ölümünden iki sene önce de dev eseri Karamazov Kardeşler’i yazmıştır…

Her ne kadar kendisi “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” diyorsa da bence Dostoyevski edebiyatın şahikasıdır…

 

 

*Kumarbaz. Remzi Kitabevi. Çeviren: Nesrin Altınova