1998 yılında yaşanmış Murat beyin anısı...
"Yeni emekli olmuştum. Yıllarca birçok ili dolaşmış, birçok insan tanımış, sonunda Manisa'ya dönmüştüm.
Sevincime diyecek yoktu. Artık daha çok gezmeye, kitap okumaya, sevdiklerimle bir arada olmaya zamanım vardı.
O günlerde Bursa'dan tanıdığım değerli bir tarihçi dostum Manisa'ya gelecekti.
Kendi arşivi için, Manisa'daki tarihi eserlerin fotoğraflarını çekecekti.
Gönül dostumla buluşup, Muradiye camiinden başlayarak, Ulucamii ve Sultan Cami’den sonra Hatuniye Cami’ne geldik.
Arkadaşım fotoğraf çekerken, öyle bilgiler veriyordu ki…
Bir Manisalı olarak tarih konusundaki cehaletimden utanmıştım.
İkindi yaklaşıyordu, o zamanlar Emekliler Parkı olan meydanın hükümet binasına doğru, solunda kalan kısmında güzel bir restoran vardı.
Hem sohbet etmek, hem de bir şeyler yemek için oraya girdik...
Fotoğraf çekimi boyunca öğrendiklerim, duyduklarım beni mest etmişti.
Yemek servisini beklerken, arkadaşım da notlarını incelemek için izin istedi.
Bu arada ben de çevreye göz gezdiriyordum.
Dışarıdaki masalar da doluydu. O sırada yaşlı bir adam, yanında genç bir kadın, iki çocukla tam restoranın karşısına geldiler. Çocuğun biri dört -beş yaşlarında bir kız, diğeri de kadının kucağında bebekti.
Yaşlı adam, kadınla bir şeyler konuştu. Onları orada bıraktı, Hatuniye Cami’ne doğru yürüyüp, gözden kayboldu.
Genç kadın kucağındaki bebekle kaldırımın kenarına oturdu. Küçük kız da annesinin yanına çömeldi.
Bu arada arkadaşım notlarını toplayıp çantasına koymuş, yemeklerimiz de gelmişti.
Arkadaşımla sohbete başlamıştık.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözüm dışarıya, küçük kıza takıldı.
Küçük kız ağzını açıyor, sanki ağzına bir şey koymuş gibi kapatıyor, yutkunup tekrar ağzını açıyor aynı hareketi yineliyordu. Dikkat ettim dışarıda neşeyle yemek yiyen dört kişilik bir aileye öyle imrenerek bakıyordu ki...
O ailenin dokuz yaşlarındaki çocuğu tabaktaki köfteyi alıp çatalı ağzına götürürken küçük kız da aynı anda ağzını açıp, yemek yiyen çocukla ağzını aynı anda kapatıyordu.
Vicdanım sızlamıştı.
Küçük kızın bu halini gören kimse yoktu.
Lokmalar boğazıma dizilmişti.
Biz neşe muhabbet, karnımızı doyururken, karşımızda yaşanan dramdan habersizdik.
Arkadaşım benim sessizliğimi farkedip;
-Bir şey mi oldu? Daldın gittin. Deyince, izin isteyip dışarı çıktım. Küçük yavrucak hala yemek yiyen çocukla bir ağzını açıp, kapatıyordu. 
Yanlarına yaklaşıp genç kadına;
-Kızım kaldırımda oturma, çocuklarını da al gel, şu masaya otur.  Hem dinlenir, hem bir şeyler yersiniz dedim. Genç kadın öyle dalgındı ki. Önce irkildi sonra ürkek bir sesle:
-Sağol abi! Babamı bekliyoruz. Aç değiliz. Deyince küçük kızın öyle ümitsiz bir bakışı vardı ki… O sırada yaşlı adam da geldi.
Benim teklifimi duyunca;
-Allah razı olsun evlat, biz neyse de yavrucak günlerdir açtır. Kendi derdimizden yemeği içmeyi unuttuk... Yavruya da bir şey yedirmedik dedi.
Israrımla yemeği kabul ettiler. Birlikte içeriye girdik. Yanımızdaki masaya oturdular...
Nasıl bir acı yaşadıklarını öğrenince içim burkuldu. Genç kadının eşi kanal kazarken toprak kayması sonucu ölmüştü. Bir anda kolu kanadı kırılan genç kadın, günlerdir yemeği, içmeyi unutmuştu. Babası da kızıyla torunlarını köye götürmeye gelmişti. Ellerinde para bulunsun diye eşinin yüzüğünü bozdurmaya giderken, kızı yorulmasın diye orada beklemesini söylemişti. Bir damlacık küçük kız da yaşadıkları acının farkında ne bir şey istiyor ne de yaramazlık yapıyordu.
Yemekleri gelince o masum yavrunun gözlerinde gördüğüm o çocuksu sevinci hayatım boyunca unutamadım.
Ailenin durumunu öğrenen arkadaşım:
-Murat , hani tarihi bilmiyorum dedin ya.
Tarihi herkes bilemez, ancak insanlığı bilmek, insan olmak herkesin görevidir.
İşte sen bunu başarmışsın dedi.
Sonradan öğrendim, arkadaşım aileye uzun süre maddi yardımda bulunmuş.
Ne zaman hükümet meydanından geçsem, o küçük kız çocuğunun gözlerindeki o masum bakışları, ağzını yemek yiyormuş gibi hareket ettirmesini hatırlarım.
Sözün özü insan yardım etmek, iyilik yapmak isterse, çevresine alıcı gözüyle bakması yeter...