Onu ilk gördüğümde on yaşlarında, yanında iki küçük kardeşi vardı. Bitlis'ten yeni gelmiş Tabane'ye yerleşmişlerdi.
Üstü başı dökülüyordu. Ancak o halde bile kumral saçları, bal rengi gözleri, biçimli dudakları, kavisli kaşlarıyla çok güzeldi...
Resim çizmeye meraklı olduğum için o yıllarda insanların yüzündeki en ufak bir ayrıntıya bile çok dikkat ediyordum. On üç yaşındaydım ve Kader'e ayrı bir yakınlık duymuştum. 
Kızı konuşturunca, gerçekten üzülmüştüm. Annesi, küçük kardeşinin doğumunda ölmüştü. Zavallı kız, kardeşleriyle birlikte öksüz kalmıştı. Kırık Türkçe’siyle duygularını anlatıyor, acısını paylaşacak birini bulmanın huzurunu yaşıyordu. 
Bir gün yine kardeşleriyle gelmiş, benimle konuşurken cebinden çıkardığı bir fotoğrafa bakıp bakıp cebine koyuyordu.
“Kimin fotoğrafı o?” diye sorunca, heyecanlandı. Telaşla, “Anamın!” deyince, merak edip fotoğrafı istedim.
Fotoğraf renkliydi. O yıllarda renkli fotoğraf yoktu. Dalgalı siyah saçlı, rujlu, makyajlı, şuh, güzel bir kadın fotoğrafıydı. Yani Kader'in annesi olamayacak kadar farklı bir kadındı.
Fotoğrafın arkasını çevirince x şekerleme, çikolata fabrikası yazısı ve artistin adını okudum. O an çok kızdım. Tam Kader'e bağıracakken içimden, "Öksüz bir kızın kalbini, hayallerini kırmaya değmez, annesini böyle güzel hatırlamak istiyorsa öyle hatırlasın" diye düşünerek, annesinin çok güzel biri olduğunu söyledim. Bu arada Kader okula gitmediği için okuma yazma bilmiyordu.
Bir müddet Kader'i görmedim. Artık ovaya gidiyordu. Bazen karşılaşınca uzun uzun yaptıklarını, zamanı nasıl geçirdiğini, neler öğrendiğini anlatıyordu. Öyle temiz kalpli, öyle iyi niyetli biriydi ki.
Aradan dört yıl geçmişti, bir gün gayet sıkıntılı bir halde gördüm. Nedenini sorunca, nişanlandığını söyledi. Daha on beş yaşında, çok küçük olduğunu söyleyince çaresiz boynunu büktü, “Bizde ‘Babo’ ne derse o olur” dedi. Bu kısacık cümleyle hayatını özetlemişti.
Derken Manisa'nın bir köyünde, tanımadığı biriyle başlık parası karşılığında evlendirilmişti.
Altı ay sonra Kader geri döndü. Evlendirildiği erkek hastaymış, aile sırf oğullarına hastalıklı denmesin diye bu evliliği istemişler... 
Tabii Kader'in ve ablasının evliliğinden alınan başlık parasıyla, babası Bitlis'ten kendisine ve oğluna birer eş getirmişti...
Tabane'den ayrıldığımız için yıllarca Kader'i görmedim. Artık aklıma bile gelmiyordu. Ta ki Beyazfil'de karşılaşıncaya kadar…
O beni tanımıştı. Öyle sevinçle sarılmıştı ki… Yanında yine iki çocuk vardı, kendi çocuklarıydı... 
“Nasılsın Kader?” diye sorunca yüzünde zoraki bir gülümsemeyle, “İyiyim” derken, bal rengi gözlerinin derinliklerinde öyle bir acı vardı ki...
Ayaküstü konuştuk. Evlenmiş, Yarhasanlar Mahallesi’nde kirada oturuyormuş, iyiymiş. Ancak görünüşü hiç öyle değildi. Kader'in üzerinden sefillik akıyordu. Çocuklar da perişan görünüyordu. Onun o haline içim yanmıştı. 
İlk gördüğümde de son gördüğümde de yanında iki çocuk vardı. 
Bir ay sonra Kader'in, kardeşi tarafından bıçaklanarak öldürüldüğünü duydum. Bir gazetede üçüncü sayfa haberi olmuştu.
"Kocasını aldatan Kader T. erkek kardeşi tarafından öldürüldü."
Tabii ki gerçek farklıydı. Kocası olacak sarhoş, Kader'i bu yola zorlamış, zavallı kabul etmeyince iftira atıp ölümüne sebep olmuştu...
Kader'in Bitlis'te başlayıp, Manisa'da noktalanan acılarla dolu kısacık ömrü, bugün ne yazık ki on binlerce kadının kaderi olmaya devam ediyor...
Bu cehalet bitmediği sürece Kader'ler gülmeyecek, hep kader suçlanacaktır...
Kadına, insana hak ettiği değer verildiği gün; eğitim, ahlak, din doğru bir şekilde verildiği gün bu acılar son bulacaktır...
Bu yazıyı Kader'in asıl ismiyle yazmak isterdim. Yaşadıklarıyla ismi öyle bütünleşmişti ki... Ancak her ihtimale karşı bu talihsiz kadının ismini değiştirdim. 
Allah o dünyada yüzünü güldürsün, mekanını cennet etsin inşallah...