12 Ekim 2018 tarihli Cuma vaazının tamamı ise şöyle:

CEN B-I HAK, HER HAK SAHİBİNE HAKKINI VERMİŞTİR

Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashâbının zor zamanlarıydı... Tebliğe başladığı günden itibaren Hz. Peygamber’e karşı olumsuz bir tavır alan müşriklerin boykot, baskı ve işkenceleri son haddine ulaşmış, müminler işkenceyle öldürülmeye başlanmıştı. Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara yaşattıkları vahşet karşısında Müslümanların güvenliğini sağlama imkânı bulamayan Resûlullah, çareyi hicret etmekte bulmuştu. Öncelikle ashâbına hicret etmelerini emreden Hz. Peygamber, daha sonra kendisi de Medine’ye hicret etmişti. Hicret’ten sonra Hz. Peygamber, her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye hicret eden Mekkeli müminler (Muhacir) ile onlara her konuda yardım eden Medineli müminler (Ensar) arasında bir kardeşlik bağı (muâhât) kurmuştu. Böylece Ensar, muhacirlere kucak açıp ihtiyaçlarını giderecek, onları barındırıp, onların göç ettikleri yeni memleketlerinde yeni bir hayat kurmalarına yardımcı olacaktı. Hz. Peygamber tek tek her bir Muhacir’i Ensar ile kardeş ilan etti.

Hz. Peygamber’in bu şekilde kardeş yaptığı kimseler arasında Muhacirlerden Selmân el-Fârisî ile Ensar’dan Ebu’d-Derdâ da yer alıyordu. Bu kardeşlerden Ebu’d-Derdâ, Müslüman olduktan sonra kendisini ibadetten alıkoyduğu için ticareti dahi bırakıp kendini ibadete vermiş bir kimseydi. Bir gün Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı ziyarete gitti ve dostunun hanımını bakımsız elbiseler içinde görünce çok şaşırarak, “Bu ne hâl?” diye sordu. Ümmü’d-Derdâ, kocasının kendisi ile ilgilenmediğini ima ederek, “Kardeşin Ebu’d-Derdâ’nın dünyaya (ve bir eşe) ihtiyacı kalmadı ki!” karşılığını verdi. Biraz sonra Ebu’d-Derdâ gelerek Selmân’a yemek ikram etti. Selman onun da kendisiyle birlikte yemesini isteyince Ebu’d-Derdâ, “Ben oruçluyum.” dedi. Ancak Selmân, “Sen yiyene kadar ben yemeyeceğim!” deyince Ebu’d-Derdâ, nafile olan orucunu bozarak yemeğe katıldı. 

Selmân, o gece Ebu’d-Derdâ’nın misafiri oldu. Ebu’d-Derdâ gecenin bir yarısında erkenden namaza kalkmıştı. Bu durumu fark eden Selmân, yatıp uyumasını istedi. Bir süre sonra tekrar namaza kalkan Ebu’d-Derdâ’yı Selmân yine uyuması konusunda ikaz etti. Gecenin sonuna doğru Selmân, Ebu’d-Derdâ’yı, “(Haydi), şimdi kalk.” diyerek uyandırdı ve ikisi birlikte namaz kıldılar. Namaz sonrasında Selmân, Ebu’d-Derdâ’yı karşısına alarak kardeşlik hakkından doğan şu samimi uyarıda bulundu: “Rabbinin senin üzerinde hakkı var. Nefsinin senin üzerinde hakkı var. Ailenin senin üzerinde hakkı var. Şu hâlde her hak sahibine hakkını ver!” 
Bu olaydan sonra Ebu’d-Derdâ Peygamber Efendimize gelerek hadiseyi anlattı. Hz. Peygamber (sav), “Selmân doğru söylemiş.” buyurarak Selmân’ın kardeşine olan uyarılarını takdir etti. (Buhârî, Savm, 51; Tirmizî, Zühd, 63) 
Kur’an-ı Kerim’e hak kavramı birçok farklı anlamda kullanılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde hak kavramı farklı anlamlarla muhataba aktarılmaktadır. Hak kavramı Kur’an-ı Kerim’de bizatihi kendi adını ifade etmektedir. Nitekim İsra suresi 105. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Biz Kur’an’ı sadece gerçeğin bilgisi olarak indirdik, o da (sana) yalnız gerçeği söyleyerek geldi; seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (İsra, 17/105)
Bir diğer ayette ise İslam dinini bizatihi ifade edecek şekilde kullanılmıştır;

“De ki: ‘Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.’ (İsra, 17/81)
Araf suresi 169. ayette Yahudilerden alınan bir söz (misak, ahit) anlamında kullanılmıştır;

Bunlardan, Allah hakkında gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kitabın öngördüğü bir söz alınmamış mıydı? (Araf, 7/169)
Bakara suresinde 236. Ayette mihir ile ilgili bilgiler verildikten ayetin sonunda ödev, borç ve sorumluluk anlamında hak kavramı kullanılmıştır;

“…Onlara mâkul, gönül alıcı bir şeyler verin; iyiler için bu bir borçtur.” (Bakara, 2/236) Bu kullanımlardan başka, adalet, doğru yol, bilgi, vb. anlamlarda da hak kavramına Kur’an-ı Kerim’de yer verilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz hak kavramını birçok farklı yönünü bizlere haber vermiştir.
Bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Yâ Rabbi, sen Hak’sın. Vaadin de haktır. Senin sözün de haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır. Cehennem de haktır. Peygamberler de haktır. Kıyametin kopması da haktır.”( Buhârî, Tevhîd, 35) Hadis-i şerifte hak kavramıyla Rabbimize, ahiret gününe, Kur’an-ı Kerim’e, kıyamete, cennet ve cehenneme atıfta bulunmuş, bu kavram vesilesi ile iman esaslarının mutlaka gerçekleşecek birer hak olduğunu bizlere bildirmiştir.
Hakkın kaynağı Allah’tır.
Allah, yerin ve göğün maliki, her şeyin sahibidir. Bizleri yoktan var eden, bizlere sayısız nimetler bahşedendir. Dolayısıyla hakkına en fazla riayet etmemiz gereken de O’dur. Nitekim Hz. Peygamber, Muâz b. Cebel ile yaptığı bir yolculuk esnasında Allah ile insan arasındaki bu hak ilişkisini çok veciz bir şekilde anlatmaktadır: Resûlullah, “Ey Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki haklarını bilir misin?” diye sordu. Muâz, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dedi.

Resûlullah,  “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve O’na ibadet etmeleridir.” diyerek kendi sorusunu cevapladı.
Bir süre yol aldıktan sonra yine o mübarek ses işitilir: “Peki ey Muâz! Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?” Muâz yine, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dedikten sonra Resûlullah, “Allah’ın onlara azap etmemesi,  onları cennetine koymasıdır.” buyurmuştur. (Buhârî, Rikâk, 37; İbn Hanbel, V, 239)
Ana-baba hakkı Allah hakkından hemen sonra gelir.

Allah Teâlâ, kendine kulluğun hemen ardından varlık sebebimiz olan anne babamızın hukukuna dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: 
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsra, 17/23)
Çocuklarımızın da bizler üzerinde hakkı vardır.
Anne babaların çocukları üzerinde hakları olduğu gibi çocukların da anne baba üzerinde hakları vardır. Onları helal lokmayla beslemek, dinine bağlı, vatanına, milletine, insanlığa faydalı, güzel ahlaklı bireyler olarak yetiştirmek çocuklarımızın bizim üzerimizdeki hakkıdır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: 

“Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr ve sıla, 33.) 
Hayat hakkı hiçbir gerekçeyle kişilerin elinden alınamaz.
Din, ırk ve cinsiyet farkı olmaksızın her insanın hayat hakkı vardır. Allah’ın çizdiği sınırlar dışında hangi gerekçeyle olursa olsun bir cana kıyılması, kadınların, çocukların, masumların yaşama haklarının ellerinden alınması çok büyük vebaldir. Rabbimiz, bu hususta şöyle buyurur:

 “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93.)
Hayvan hakkı da insan hakkı kadar önemlidir ve değerlidir.
Dinimize göre; sadece insanlara değil, hayvanlara da şefkat ve merhametle yaklaşmalıyız. Hayvanlara eziyet etmenin, hayat haklarını hiçe saymanın ahiretteki neticesi hüsrandır. Nitekim Rahmet Peygamberi (s.a.s), bir kediyi hapsedip aç kalarak ölmesine sebep olan bir kadının bu zulmü yüzünden cehenneme gireceğini (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 16.) buna mukabil susamış bir köpeğe su içiren bir adamdan Allah Teâlâ’nın hoşnut olup onu bağışladığını (Buhârî, Müsâkât, 9.) haber vermiştir. 
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), açlıktan cılız düşmüş bir deveyi görünce sahibine şu uyarıyı yapmıştır:

“Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkunuz. Onlara (binmeye) elverişli hâllerinde bininiz ve (yenmeye) elverişli hâllerinde onları yiyiniz.” buyurdu. ( Ebû Dâvûd, Cihâd, 44)
Yaşam bulduğumuz toplumunda üzerimizde hakkı vardır.
İçinde yaşadığımız topluma karşı da sorumluluklarımız vardır. Bunları yerine getirmek, kul hakkı kadar kamu hakkını da gözetmek hepimizin vazifesidir. Zira hak ihlalleri bir toplumda huzura ve kardeşliğe yönelen en ciddi tehdittir. Şiddete göz yummak, çevreyi kirletmek, trafik kurallarına uymamak, kaçak elektrik kullanmak, stokçuluk yapmak, kamu malına zarar vermek gibi davranışların sonu toplumsal gerilim ve kayıptır. Peygamber Efendimiz bu kaybın ahirete uzanan boyutunu şöyle anlatır: “ hiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 2.)
Yetim, kimsesiz ve ihtiyaç sahiplerinin de üzerimizdeki hakkını ihmal etmeyelim.
Günümüzde bir taraftan her gün tonlarca ekmek çöpe atılmakta, diğer taraftan da dünyada insanlar açlıktan dolayı hayatlarını kaybetmektedirler. Bu çok büyük bir çelişkidir. Hak ve hakikatin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Takva sahiplerinin mallarında yardım isteyenlerin ve yoksulların belli bir hakkı vardır.” (Zâriyât, 51/19.) Malında ihtiyaç sahiplerinin de hakkı olduğu bilincini taşıyan bir mümin, fakire, yoksula, yetime, kimsesize yardım etmekte bir an bile tereddüt etmez. Harcamalarında ölçülü hareket eder. İsraf ve gösterişten kaçınır. Sadeliği ve kanaatkârlığı tercih eder. 
Hak sahiplerine hakkını öderken kendimizin (nefsimizin) de hakkına riayet etmeliyiz.

Geliniz! Bu hususu Sevgili Peygamberimizin hayatından öğrenelim. Hz. Peygamber’in güzide ashabından biride Abdullah b. Amr idi. Abdullah ibadete çok düşkün idi. Özellikle de oruç ve namaza aşırı bir düşkünlüğü vardı. Ara vermeden peş peşe oruç tutmakta, gece gündüz demeden namaz kılmaktaydı. Hz Peygamber, Abdullah’ın bu halini öğrenince kendisine şöyle tavsiyede bulunmuştu: “Hiç ara vermeden, peş peşe sürekli oruç tutuyor, geceleri de sürekli namaz kılıyormuşsun. Aman böyle yapma. Çünkü senin üzerinde gözünün hakkı var, nefsinin hakkı var, ailenin (eşinin) hakkı var. Oruç tut, tutmadığın günler de olsun. Namaz kıl, uykunu da uyu. On günde bir oruç tutsan, (oruç tutmadığın) diğer dokuz gün için de sevap alırsın.” Abdullah hemen atıldı: “Yâ Resûlallah! Ben dediklerinden daha fazlasını yapabilecek kadar güçlüyüm!” 
Resûlullah, “O zaman Davud Peygamber’in orucu gibi oruç tut.” dedi. Abdullah sordu: “Davud Peygamber nasıl oruç tutardı ki Ey Allah’ın Resûlü!” Resûlullah, “Davud Peygamber bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmanla karşılaştığı zaman da kaçmazdı.” cevabını verdi.
Abdullah, bu cevap karşısında biraz irkilmiş, Cenâb-ı Peygamber’in kastettiği noktaya gelmişti: “(Böyle oruç tutup takatsiz kalınca) kim savaştan kaçmamamı garanti edebilir ki!” 

Bu itiraf üzerine Peygamber Efendimiz konuşmaya son noktayı koydu ve zaman zaman yaptığı gibi, konunun iyice anlaşılması için sözünü üç kere tekrarladı: “Hiç ara vermeden, sürekli, her gün oruç tutan, oruç tutmuş sayılmaz.” (Müslim, Sıyâm, 186)
Haklarla bu dünyadan ayrılmanın neticesi hüsrandır.

Müslüman kardeşimizin hakkını ihlal edersek dünyada gönül kırmakla beraber kul hakkını ihlal etmiş oluruz ki, bunun neticesi ahirette karşımıza çıkacaktır.  lemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s) bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır. Bir gün Peygamberimiz, ashabına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu.
Ashab:
- Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s): “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. (Müslim, Birr 59.)
Geliniz! Rabbimize döndürüleceğimizi unutmayalım. Cenâb-ı Hakkın her hak sahibine verdiği hakkı bizde ayakta tutalım. Her hak sahibine hakkını verelim. Allah’a döndürüleceğimiz ve herkese hak ettiğinin karşılığının tastamam verileceği günden sakınalım ve o büyük güne hazırlık yapalım. Hakka girmekten, hakkımız olmayanı talep etmekten, hakları sahiplerinden esirgeyerek zulmetmekten Allah’a sığınalım. Samimi bir kul, hürmetkâr bir evlat, şefkatli bir anne baba, vefakâr bir eş olalım.  Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevelim ve merhamet edelim.
Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.
Editör: TE Bilişim