1980 yılında Nuran Hanım iki çocuğu ve annesiyle Manisa'ya geri dönerken yaşadıklarına inanamıyordu. Son altı ayda kocası iflas etmiş, bütün mal varlıklarına el konulmuş; Manisa'daki tarlalar, İzmir'de ortak oldukları mağazaları, evleri, arabaları, eşyaları haciz edilmişti. Eşi bu yaşadıklarına dayanamamış, kalp krizi geçirerek ölmüştü.
Bir anda dünyaları alt üst olmuştu. Düne kadar bolluk, bereket, lüks içindeki yaşantısı bir anda yok olmuştu. Bundan sonra Ulu Cami yakınında aldıkları iki odalı küçük bir evde yaşamaya çalışacaklardı.
Nuran'ın bir an önce iş bulması gerekiyordu. İlkokula giden iki çocuğuyla, yaşlı annesinin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için buna mecburdu. Birkaç gün içinde yeni evlerine yerleşmiş, bu yeni duruma alışmaya çalışıyorlardı. Çocuklar ve Nuran Hanım için her şey o kadar zordu ki... Geceleri Nuran sessiz sessiz ağlıyor, adeta isyan ediyordu.
Onca varlıktan, zenginlikten sonra bu sefil hayat Nuran'a çok ağır geliyordu. Ellerindeki kısıtlı para da suyunu çekmişti. İş için bir kaç yere başvuru yapmıştı. Annesi de örgü örüp, eve katkı sağlayacağını söylüyordu. Nuran Hanım işsizlik, yokluk girdabında kendisini mengeneye sıkışmış gibi hissediyordu.
Bir yardım, bir destek, bir umut arıyor, bekliyor; çaresiz isyan ediyordu. Annesi kızının sabırsızlığına, isyanına üzülüyor, "Nuran isyan etme kızım, sabret Allah büyüktür, gün doğmadan neler doğar. Sabır kızım sabır..." diye uyarıyor, destek olmaya çalışıyordu.
Bir gece anne kız içinde bulundukları durumu tartışırken sanki dış kapı çalındı. Nuran yanlış mı duydum diye kapıya kulak kabarttı, küçük oğlu koşup kapıyı açtı. Nuran oğlunun hala uyumamış olmasına ve kapıyı açmasına kızarak dış kapıya geldi. Oğlu şaşkın bir halde kapının önüne bakıyordu. Nuran Hanım da gördüğü şeye şaşırdı. Kapının önünde küçük bir koli vardı. Kapağı açıktı, sağa sola baktı kimse yoktu. Kolinin içinde bir hafta yetecek kadar çeşitli gıda maddeleri vardı. Eskiden insanların görünmeden ihtiyacı olanlara yardım ettiğini duymuştu. Ancak bugün böyle bir geleneğin yaşıyor olması Nuran Hanım'ı öyle şaşırtmıştı ki... Kim neden bu yardımı yapmıştı?
Bu yardım Nuran'ı hem sevindirmiş, hem gururunu incitmişti. Birinin yardımına muhtaç olmak çok zoruna gitmişti. Birkaç gün sonra çağrıldığı iş görüşmesi olumlu geçti ve işe başladı. Bu arada her hafta yardım kapısına bırakılıyordu. Nuran ilk maaşını alınca, evi için gerekli alışverişi yapmanın huzurunu yaşadı. Artık gıda yardımına ihtiyacı yoktu. Kulağı kapıda, yardım getireni görüp teşekkür etmek, artık yardıma ihtiyacı olmadığını söylemek istiyordu...
İki gece sonra tam dış kapıyı kilitlemek üzereyken kapı tıkladı. Hemen kapıyı açtı. Kapının önünde otuz yaşlarında biri vardı. Küçük koliyi kapının önüne koymuş ancak gitmesine fırsat kalmadan kapı açılmıştı. Genç ne söyleyeceğini bilmez, mahcup bir haldeyken, Nuran konuştu; "Allah razı olsun, yardımlarınız bize destek oldu. Artık çalışıyorum. Bunları ihtiyacı olan başka insanlara götürün."
Genç gülümseyerek, "İşe başlamanıza sevindim, annem karşıdaki evde oturuyor. Size yardım etmemi o söyledi. Ben sizin arka tarafınızda bir üst sokakta oturuyorum. Size görünmek istemezdim. Ancak yakalandım" dedi. O sırada Nuran'ın annesi de yanlarına gelmişti. Yaşlı kadın gence teşekkür ederken Nuran, sanki bu sesi, bu yüzü daha önceden tanıyormuş gibi bir hisse kapılmış, bu yardımsever insanı nereden tanıdığını hatırlamaya çalışıyordu...
İki üç dakikalık karşılıklı konuşmadan sonra genç gitmiş, Nuran kapıyı kilitlerken bu yüzü nerede gördüğünü hatırlamak için zihnini zorluyordu. Gece uyuyup uyanıp, hep aynı şeyi düşündü. Bu yüzü nerede görmüştü?
Birden hayalinde yıllar önce gördüğü bir olay canlandı. 12 yıl önce Manisa'daydılar. Yazıhanede eşinin çalışanlara ödemesi vardı. Nuran da eşiyle alışverişe gitmek için bekliyordu. Son bir kişi kalmıştı. Eşi kayıt defterine bakıp, "Eveet Yaşar. 17 yevmiyen var" dedi. Yaşar henüz 18 yaşındaydı. Askerliğini yapmadığı için bulduğu işlerde çalışıyordu ancak tarla sahibi 17 yevmiye deyince itiraz etti; "Ben 20 gün çalıştım. Siz bana, 'yazıyorum' dediniz. Şimdi ise '17 gün' diyorsunuz."
"Sana yalan mı söylüyorum, defterde ne yazıyorsa o. Senin üç kuruşuna tenezzül eder miyim? Al paranı git..!" diye parladı Ahmet Bey: "Hem iş veriyoruz hem de yok günleri noksan yazdın diye suçlanıyoruz! Zaten iyi olsanız Allah sizi fakir etmezdi. Allah işini biliyor da sizi süründürüyor" dedi.
Yaşar gözleri dolu dolu, "Ben sadaka değil hakkımı istiyorum. O parada yetim iki kardeşimin hakkı var. Fakiriz ama şükür kimsenin hakkına el uzatmadık. Şükür sürünmüyoruz. Elimizin emeğiyle geçinmeye çalışıyoruz. Yeter ki hakkımız yenmesin" diye konuştu. Ancak çok kırılmış, çok incinmişti...
Ahmet Bey öfkeyle, "Al paranı da defol git! Aç gözlü nankör!" diye bağırdı. Yaşar kapıdan çıkarken döndü ve "Siz hakkımı yediniz ya, emin olun Allah sizin yanınıza bırakmayacak, hesabını soracaktır. Sizi Allah'a havale ettim" dedi ve gitti...
Nuran gencin durumuna üzülmüştü. Eşine, Yaşar'ın doğru söylediğine inandığını belirtince eşi sırıtarak, "Dünya, açık gözlerin dünyası. Bu enayiler olmasa biz nasıl zengin oluruz. Üç ondan beş bundan. Allah ne verdiyse... Zaten fakirler bu dünyada da öteki dünyada da cehennemlik... Öyle olmasa sürünürler mi? Hem sen bunları boş ver zenginliğin tadını çıkar" demişti.
Yaşar, bir aydır her hafta kapılarına görünmeden erzak bırakan, eşinin tartıştığı, hakkını vermediği o gençten başkası değildi...
Allah öyle büyük kudret sahibi ki, o gün eşinin hakkını yediği o yetimlerin ağabeyi, bugün Ahmet Bey'in yetimlerine el uzatmıştı...
Dünya ne kadar küçüktü. Nuran hanım gözyaşları içinde Allah'a şükretti; kibirden, günahtan arınmak için tövbe etti. Yüreği öyle coşmuştu ki, sadece gözü değil özü de ağlıyordu.
Nuran, Yaşar'ın eşi ve annesiyle tanıştı. Zamanla durumları düzeldi. Oğlu da çalışmaya başlayınca güzel bir ev alıp taşındılar. Nuran Hanım ne zaman Ulu Camii'yi görse yaşadığı bu ibretlik olayı hatırlıyordu. "Allah kimseye haram lokma yedirmesin. Ne varsa helal de doğrulukta, iyilikte var. Kötü insanın sonu iyi olmaz" diye sözünü bitirdi...