70'li yıllarda yaşanmış bir anı. 
Ramazan'ın Manisa Cumhuriyet Hamamı yakınlarında marangozhanesi vardı. Kapı pencere işleri yapıyordu. Babası vefat edince Manisa dışında olan kardeşleri Gediz Nehri kenarındaki tarlaları satması için Ramazan'a vekalet verdiler. Ramazan hem işiyle uğraşıyor, hem tarlaları satmak için müşterilere tarlaları gezdiriyordu. Bir yandan da dükkanını Küçük Sanayi'ye taşımak için haftada birkaç defa Küçük Sanayi Sitesine gidip geliyordu. Bu koşuşturma Ramazan'ı çok yoruyordu. Tarlalar satılsa rahatlayacak, kendi işlerine bakacaktı.
 Bir sabah dükkana geldiğinde Çobanisa'dan tarlaları görmek için gelen müşteriler vardı. Onlara ancak iki saat sonra tarlaya gidebileceklerini söyleyip acil işleri kalfayla çırağa havale etti. Kendisi de bir gün önce yarım kalan işi tamamlamak için çalışmaya başladı. Kendisini işe öyle kaptırmıştı ki, çırağın sesini duyunca irkildi.
Çırak, "Usta bu çocuk iş arıyor, burada çalışmak istiyormuş" diyerek, 11 yaşlarında, kara, sarı tenli, zayıf, gözleri pırıl pırıl bir oğlan çocuğunu gösterdi. 
Usta ağzını açmadan çocuk, "Usta ben de burada çalışmak isterim. Çay getirir, yerleri süpürür, tahtaları dizer, her işte yardım ederim... He usta, burada çalışayım mı?" diye atıldı.
 Ramazan Usta, 'hayır' anlamında başını sallayarak şimdi yeni bir çırağa ihtiyacı olmadığını söyledi. Öyle çok işi vardı ki bir de çoluk çocukla uğraşamazdı. Çocuk boynunu bükerek uzaklaştı...
 Ramazan Usta işlerini toparlayıp, tarlalar için gelen müşterilerle buluştu. Tarlaları gezen müşteriler, fiyat konusunda anlaşırlarsa tarlaları almak istediklerini söylediler. Nihayet her gün müşteri bekleme, gezdirme sıkıntısından kurtulacaktı. Müşterilerle haftaya perşembe günü satış işlemini gerçekleştirmek için anlaştılar. Dükkana gelmeden önce postaneden kardeşlerine telgraf çekip son durumu bildirdi. Ertesi gün dükkana geldiğinde bir gün önce gördüğü çocuk yine dükkanın önündeydi. Israrla çalışmak istediğini söylüyordu. Ramazan Usta kızarak çocuğu kovdu. Çocuk her sabah dükkanın önüne geliyordu. Ramazan usta da çırağa ihtiyacı olmadığını söylüyordu.
 Perşembe günü tarlaya talip olan köylüler geldi. Tapuya gidip satış işlemlerini yaptılar. Ramazan Usta küçük bir el çantasına aldığı paraları koydu. Çantayı da elindeki karton dosyanın arasına yerleştirip koltuğunun altına sıkıştırdı. Tarlayı alanlarla parkta oturup çay içtiler. Helalleşip ayrıldılar. Ramazan Usta saatine baktı. Öğle tatili olmadan kardeşlerine telgraf çekmesi gerekiyordu. Dosyayı alıp arabasına doğru yürürken o çocuk yine karşısına çıktı. 
"Usta be! Bak, Allah burada da seni karşıma çıkardı. Senin yanında çalışayım mı?" demeden Ramazan usta telaşla, "Oğlum işim gücüm var! Beni oyalama...Çırağa ihtiyacım yok" diyerek hızla arabasına binip uzaklaştı.
 İşlerini halledip dükkana geldiğinde üstünden ağır bir yük kalkmış gibi rahatlamıştı. Yanında çalışan kalfayla çırağa para verip onları lokantaya gönderdi. Tam işe başlayacaktı ki kardeşlerinden gelen telgraf keyfini yerine getirdi. Kardeşleri cumartesi günü gelip, kendilerine düşen parayı alacaklardı.
 Ramazan usta dolaba koyup kilitlediği dosyayı çıkardı. Paraları sayacaktı. Dosyanın kapağını açtığında şok oldu. Dosyada fotokopiler, diğer kağıtlar, kimliği vardı. İçinde binlerce lira olan o çanta yoktu. Dolaba baktı, arabaya koştu, koltukların altına baktı...Yok!
 Neye uğradığını şaşırdı. Dosyanın içinde sımsıkı tuttuğu çanta nerede, nasıl düşmüştü? Telaşla postaneye gitti, uğradığı yerleri tek tek dolaştı, sordu; kimse görmemişti. Korkudan eli ayağı titriyordu. Cumartesi günü gelecek olan kardeşlerine ne diyecekti? "Parayı kaybettim" dese hiçbiri inanmazdı. Onca parayı nasıl öderdi?
 Karakola gidip durumu anlattı. Dükkana döndüğünde yıkılmış gibiydi. Onun halini gören dükkan komşusu, olayı öğrenince çok üzüldü. 'Allah büyüktür' diyerek arkadaşını teselli etti. Ramazan Usta ne yapacağını bilemiyor, çaresizlik içinde kıvranıyordu. O sırada yine o çocuk geldi. Heyecanla, "Usta peşinden çok koştum! Ama..." demeden Ramazan Usta öfkeyle, "Bela mısın be oğlum! Defol git! Çırak mırak istemiyorum!" diye bağırdı.
 Çocuk korkarak : "Ben çıraklık için gel....medim" diyemeden Ramazan Usta çocuğun üstüne doğru yürüdü. Tam vurmak için elini kaldırmıştı ki çocuk geriye çekilip elindeki gazeteye sarılı paketi uzattı.
"Ne kızıyorsun, arabaya binerken dosyanın içinden çanta düştü. Sana vermek için peşinden koştum ama yetişemedim. Kimse elimden almasın diye gazeteye sardım. Al!" diyerek gazeteye sarılı paketi verip hızla uzaklaştı. İlk şaşkınlığı geçen Ramazan Usta gazeteyi açıp el çantasını görünce çok sevindi. Paralar içindeydi. Ve günlerdir yirmi lira haftalık için çalışmak isteyen çocuk, içinde binlerce lira olan çantayı getirip teslim etmişti. Allah o küçük çocukla Ramazan ustaya öyle bir ders vermişti ki...
 Ramazan Usta hemen çocuğu bulmak, kim olduğunu öğrenmek istedi. Çocuğa karşı davranışından ötürü çok pişmandı. Çevresindekilere sordu , kimse çocuğu tanımıyordu. Kalfa, "Her gün geliyor, nasıl olsa yarın yine gelir" dedi. Ama o çocuk bir daha hiç gelmedi.
 Aradan yıllar geçse de Ramazan Usta o çocuğun insanlığını, kendisinin ona karşı yaptığı vicdansızlığı hiç unutamadı.  "O çocuğu bir dinleseydim, ona azcık olsa yardım edebilseydim çok mutlu olurdum. O günden sonra insanlara bakışım çok değişti. Yaptığım yardımları hep o iyi çocuğun adına yaptım. Ama vicdan azabından kurtulamadım" diyerek çevresine bu olayı anlattı...
 Yıllar önce vefat eden Ramazan Usta'nın yakını tarafından anlatılan hatırası...
 Karşımızdakini dinlemeyi bilirsek, sorunların büyük bir bölümü çözülür...