Evet ben bir kadınım. Yani, dünyada insan soyunun devam etmesi için gerekli olan iki cinsten biriyim. Herhangi bir erkekle aramda bir sürü fark var kabul. Ama bu farklardan hiç biri ne üstün kılabilir beni herhangi bir erkeğe, ne de aşağı tutabilir herhangi bir erkekten.
 
Hal böyleyken;
 
Saçım başım, giyimim kuşamım, gülüşüm kahkaham, kaç yaşında evleneceğim, ne zaman sokağa çıkıp çıkmayacağım, okuyup okumayacağım, çalışıp çalışmayacağım, hamileyken neleri yapıp yapamayacağım, kaç çocuk doğuracağım, çocuğumu doğurup doğurmama kararım derken parkta yürüyüşüm de dert oldu size. Yetti be. Neyim kaldı karışmadığınız?
 
Hayatımın bütün alanlarını gereksiz, saçma salak, insan evladından çıkması mümkün olmayan hastalıklı fikirlerinizle istila ediyorsunuz. Nasıl bir had bilmeme durumudur bu?
 
Cahillikten beslenip, anlamsız bir eziklikten filizlenen şişkin egonuz, aklın fikrin en önemlisi de vicdanın kabul etmediği, edemeyeceği acayip şiddet  türleri üretiyor durmaksızın.
 
Şiddetin, hele ki kadına yönelik şiddetin bu ölçüde artmasının sebeplerinden biri de, şu yukarıda saydığım konularda kadına dair görüş, düşünce, anlayış ve yaklaşımlarını sorumsuzca ve hoyratça kamuoyu ile paylaşan yöneticilerimizdir. Vahşetin bu söylemlerden  yüz bulduğunu düşünüyorum. Kameralar tespit edemez ama, bence kadına kaldırılan her elde, bu yorumları yapan yöneticilerin  parmakları da var. O ellerin cesaret aldığı yer bu söylemler. Üstelik Cahiliye devrini sonlandıran bir dine mensup olmakla övünenlerin söylemleri ve dahi eylemleri.
 
Durduk yere yüze atılan tekmenin cezalandırılmaması mesela. Ya da çok hafif cezalarla geçiştirilmesi. Veya da son derece geçersiz savunuların kabul görüp, hafifletici unsur olarak değerlendirilmesi.
 
İşte bu nedenlerle şiddet, vahşet ve dehşet bugün özgür ve her yerde. Evde, işte, otobüste, dolmuşta, sokak ortasında şimdi de parkta.
 
Çok üzgünüm.
 
İzleyebildiğim kadarıyla emniyet birimlerimiz bu olayda son derece hızlı hareket etmiş ve saldırganı  yakalayabilmek adına titiz bir çalışma yürütüyorlar bundan kuşkum yok. Fakat yine de hafiflemiyor üzüntüm.
 
Hiç tanımadığım sevgili hemşehrim Ebru Tireli'ye büyük geçmiş olsun. Bilin ki yalnız değil.
 
Bir insanı evinin önündeki parkta yürüyüş yapmaktan korkar hale getirmenin vicdani yükünü kim taşır, taşıyabilir bilmem?
 
Üzgün olduğum kadar, hatta daha fazlası öfkeliyim aslında.
 
Yaşadığım kentte olmamalıydı bu. Dünyanın hiç bir yerinde olmamalıydı. OLMAMALI.
 
"Bundan böyle Olmayacak" diyemiyorum yazık ki. Yalancı çıkma ihtimalim var çünkü.
 
Söyleyin bu ayıp kime yazılsın?