Savaş yılları, milli mücadele, kazanılan zaferler, kaybedilen topraklar, esir düşen insanlar, umutlar…
Bize tüm bu duyguları bir arada yaşatan şüphesiz ki milli marşımız İstiklal Marşı.
Milli marşımızdan sonra, yine dinleyen herkesi etkilediğine inandığım, “Çırpınırdın Karadeniz” türküsü geliyor.
Bu hafta, siyasi polemiklere bile konu olmuş ancak kim tarafından yazıldığı ya da hangi dönemde yazıldığı çok fazla bilinmeyen bu türkünün, hikâyesinden ve yazarından bahsetmek istedim.
Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na katılmasıyla Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Azerbaycan Türklerini, Ermeni ve Rus soykırımından kurtarmak amacıyla Azerbaycan’a gönderilmesine atfen Azeri şair Ahmet Cevat 1914 yılında “Çırpınırdın Karadeniz” şiirini Gence’de yazmıştır.  Güfte 1918’de Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelenip geniş kitlelere ulaşması sağlanmıştır.
 
Çırpınırdı Karadeniz
Bakıp Türk’ün bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına
 
Sırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk’ ün bayrağına
 
Ayrı düştüm dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalı Türk geldi yine
Selam Türk’ün bayrağına
 
Kafkaslar’dan esen yeller
Şimdi sana selam söyler
Olsun bütün Turan eller
Kurban Türk’ün bayrağına
 
Kafkaslar’dan aşacağız
Türklüğe şan katacağız
Türk’ün şanlı bayrağını
Turan ele asacağız.
 
Ahmet Cevat(CavadAhundzade), 1912 yılında medreseyi bitirdikten sonra 1. Dünya Savaşı’nda, Çanakkale başta olmak üzere Trakya cephelerinde savaşmıştır. 1913’ de öğretmen olarak çalışmaya başlamıştır. Ermeni ve Rus zulmüne uğramış Türklere yardımda bulunmak için mesleğini bırakıp Kars, Ardahan ve Oltu’ya gitmiştir.
Birinci Dünya savaşında ülkesinde değişik cephelerde mücadele eden, Ahmet Cevat için 1922 yılında memleketi Azerbaycan’da çileli dönem başlamış ve hayatının sonuna kadar devam etmiştir. Mahkeme, mahkeme dolaştırılmış, vatan haini gibi muamele görmüştür. Cevat’ın şiirlerinin basılmasına izin verilmemiş, evi basılmış, el yazması eserleri toplanıp yakılmıştır. O günlerde devlet rejimine karşı gelenleri iki gruba ayrılmıştır. İkinci grupta olanlar S.S.C.B tarafından vatan haini ilan edilmiş ve kurşuna dizilmek istenmiştir.
Sovyetler Birliği Askeri Yüksek Mahkemesi heyeti Cevat’ı devlete karşı çıkmak ve milliyetçilik yapmakla suçladı. Bu da yetmedi 1937 yılında Azerbaycan’daki isyancılar ve teröristlerle bir olup SSCB’den ayrı bir devlet kurmaya çalışmakla suçlandı. En son duruşmasında kendisini savunacak bir avukat dahi alınmadan toplam 15 dakika süren mahkemeyle idamına karar verildi. 13 Ekim 1937 yılında da Bakü’ de kurşuna dizilerek idam edildi. Şairin idam emrini bizzat Stalin’in verdiğini söyler bazı tarihçiler. Ahmet Cevat’ın öldürülmesiyle iş bitmemişti. Geride kalan aile fertleri de cezalandırıldı. Eşi Şükriye Hanım, vatan haini eşi gibi, aynı suçla yargılanan kadınlarla bir tren vagonuna doldurulup Kazakistan’a sürgüne gönderilmiştir.
1955’ de SSCB Baş Savcısı, Azeri şaire karşı yöneltilmiş bütün suçlamaların asılsız olduğunu belirtmiş ve ölümünden 18 yıl sonra hakkında beraat kararı çıkan şairin itibarı iade edildi.
Ahmet Cevat bugünkü Azerbaycan milli marşının sözlerini de yazan şair olarak bilinir. Bu mücadeleli ve sonu acıklı biten hayatın heyecanı, tasası şiirlerinin içine işlenmiştir.
Şairin hapishanede olduğu yıllarda ölmeden önce yazdığı son şiiri “Susmaram’ın hikâyesi de ilginçtir. Hapishane de şiir yazması yasak olduğu için ezberine aldığı şiiri ziyarete gelen arkadaşlarına konuşmalarının içinde ezberleterek hapishane dışına çıkmasını sağlamıştır. Bu şiir, 2004 yılında Kültür Bakanlığı’na hediye edilmek üzere teslim edilmiştir.
Ahmet Cevat’ın eserlerinde Türkiye’nin önemli bir yeri var. Döneminin diğer aydınları gibi Türkiye’ deki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Milli şairimiz olan Mehmet Akif Ersoy ile de aynı dönemi paylaşmaktan öte aynı duyguları da paylaştıkları, şiirlerinde kullandıkları ifadelerin benzerliğinde görülüyor.
Yazımın sonunda Ahmet Cevat, Mehmet Akif Ersoy gibi yaşadıkları dönemin zulümlerine, haksızlıklarına sessiz kalmamış ve yaşadıkları zor şartlara rağmen milletine hizmet etmekten vazgeçmemiş aydınlarımızı saygıyla anıyor ve “Susmaram” şiirinin son dizeleriyle bitirmek istiyorum.
Ne kadar ki, hâkimlik var, mahkûmluk var, ben varam,
Zülme garşı isyankaram, ezilsem de susmaram!