Hayat kaynağımız sudan sonra en çok tükettiğimiz içecek nedir? diye sorsam, zannediyorum çoğumuz hiç düşünmeden çay yanıtını veririz. 5000 yıllık bir geçmişi olan çay ile tanışmamızın mazisi 100 yılı bulmaz.
1937 yılında verimli dikimin başarıldığı, 1947 yılında ilk fabrikanın açılması ile çay hayatımıza bir girmiş pir girmiştir. Dedelerimizin bilmediği yani hayatımızda, kültürümüzdeki yeri, eski olmayan bir şey nasıl olur da bu kadar vazgeçilmez olur. İçerken de, demlerken de hakkını vermek gereken çayın nasıl ve nereden hayatımıza girdiğini de bilmek gerektiğini düşündüm.
Çayın keşfedilme efsanesi şöyledir:
Çin imparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden biri bahçede su kaynatırken bir yaprak kaynayan suyun içine düşer. Yaydığı koku imparatoru etkiler ve tadını da denemek ister. İşte çay o gün bugündür insanoğlunun vazgeçilmezleri arasına girer. Çince “Ç’a” olarak adlandırılmış, okunuş şekliyle Türkçe’ye girmiştir.
Türklerin, Anadolu’ya gelmeden önce Orta Asya’da çayla tanıştıkları biliniyor. 11. yüzyıl sonunda Asya’daki Türk toplulukları arasında yayılmasıyla ilgili bilinen hikâye şöyledir:
Hoca Ahmet Yesevi uzun bir yolculuk sırasında yorulup Türkistan köylerinden birinde mola verir. Hoca Yesevi, ikram edilen sıcak çayı içince terler ve tüm yorgunluğu geçer. Bunun üzerine; “Bundan böyle hastalarınıza bu ottan içirin, ne şifalı şeymiş” der. Efsaneye göre çay Orta Asya Türkleri arasında o zamandan beri kullanılır ve şifa verdiği kabul edilir.
Çayı Avrupa’da ilk kullanan İngilizler olmuştur. İngilizler bu içeceği o kadar benimserler ki en büyük çay bahçelerini Assam ve Seylan Adası’na kurarlar. Ancak talebin hızla artması, hatta diğer Avrupa ülkelerinden de gelen talep İngilizlere bu ürünü Avrupa’da yetiştirme yolunu aratmıştır. Değişik ülkeler de çay yetiştirmeye çalışmışlar ve bu işi Portekiz’de başarmışlar. Avrupa saraylarının gözde içeceği haline gelen çay, Osmanlı sarayının da ilgisini çekmiştir.
2. Abdülhamit çayı saraya sokan padişah olur. Hatta bununla yetinmeyip Japonya’dan çay tohumları getirilmiş, Bursa da ilk çay üretme çalışmalarına başlanmıştır. Yer konusunda seçilen Bursa’nın, çay üretimi için uygun şartları taşımaması, üretimin başlamadan bitmesine sebep olmuştur.
Osmanlı’nın kahveyi çok pahalı ithal etmeye başlaması üzerine bu konuda önlem alınması gerektiğini düşünen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye topraklarında yetiştirilebilecek bir bitki olan çayın yaygınlaşması için çalışmalara başlamış. Kahvenin pahalı yüzüne karşılık çay, daha ucuza imal edilebilen ve kolay ulaştırılabilen bir içecek olarak alternatif ürün olarak düşünülmüştür.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1931 yılında Zihni Derin vasıtasıyla Gürcistan’dan getirilen 76 çay tohumu Rize’ye dikilmiştir. Tarım Bakanlığında değişik görevlerde bulunmuş, bir dönemde bakanlık müsteşarlığı da yapan Zihni Derin’in, her zaman aklında Rize’de çay yetiştirmek olmuştur. Zaman içinde çayı yetiştirmenin değil, ekonomik olarak değerlendirmenin önemli olduğunu tespit etmiştir. Bu sebeple dönemin hükümetinden çay üretimi için destek çıkartmıştır. Çaya verilen ekonomik destek üretimin bir anda artmasına neden olmuş, hızla gelişen çay sektörü, 1947 yılında açılan fabrika ile gelişmesine devam etmiştir. O kadar hızlı gelişmiştir ki Türkiye 30’a yakın üretici ülkeler arasında 6. Sıraya gelmiştir.
Çay hızlı bir şekilde kahvaltılarda yerini almış, tarhana çorbası ve sabah sütleri ise artık tarih olmuştur. Bununla yetinmeyip, günlük hayatımızın her noktasına sızmayı başarıp, zengin fakir demeden sohbetlerin bir numaralı arkadaşı oldu. Kültürümüzün bir parçası olan kahvehaneler de kahve adı sadece tabela da kalıp tercih edilen içecek olarak çay yerini almıştır. Kısacası bu kadar yakın geçmişe sahip olan çay, kendimize özgü demleme yöntemlerimiz, bardak seçimlerimiz, şeker tercihlerimizle Türk kültürüne ait bir içecek haline geldi.
İnce bardaklı, kıtlama şekerli demli bir çay herkese armağan olsun.