1977 yılı Temmuz ayında yaz sıcağının her yeri yakıp kavurduğu, çalıştığımız iş yerinde sıcaklığın iki kat arttığı zamanlar...
İş yerinin girişinde küçük bir buzdolabı vardı.
Buzluğa ve buzdolabının kapağına şişeleri koyup soğuk su ihtiyacımızı karşılamaya çalışıyorduk. Ama buzlukta yer bulmak ne mümkün...
İş yerimizde çalışan, çocukluğumdan beri tanıdığım titiz  iki kız kardeş ,  kendi şişelerini buzluğa koyuyor , bizim şişelerimize  yer kalmıyordu…
Ne yaparsak yapalım bu titiz hanımlar, iş yerine gelir gelmez buzluğu işgal ediyorlardı.
Titiz hanımlar dedim gerçekten  öyle titizlerdi ki serviste oturmadan önce  koltuğu silerlerdi. O zaman  kağıt mendil yoktu. Kumaş mendille , oturup kalktıkları her yeri mutlaka siler, kendilerine göre temizlerlerdi.
Hiç kimseye, hiçbir şeylerini elletmezler, her şeyi mikroplu görürlerdi.
Arkadaş olarak çok iyi insanlardı, bir de bu huyları olmasaydı.
Büyük kız sarışın, küçüğü esmerdi. Yaşça bizden büyük olmalarına rağmen biz onlara kısaca, "Sarı Kızlar "diyorduk.
Artık Sarı Kızlar’ın bu buzluk işgali canımıza tak etmişti. Bir gün yanımdaki arkadaşıma beni idare etmesini söyleyip, Sarı Kızlar’ın beni göreceği şekilde,  onların dikkatini çekerek depoya doğru yürüdüm. Onların olduğu yerden, gittiğim yer görünüyordu. Depoda biraz dolaşıp, sanki kucağımda bir şey varmış gibi onların görüş alanına girip buzdolabının olduğu yere doğru yürüdüm.  Artık Sarı Kızlar’ın görüş alanından çıkmıştım. Buzdolabının yanında biraz oyalanıp, çalıştığım banta geri döndüm. Sarı kızlar dikkatle beni izliyorlardı.
Sarı kız, “Ne yaptın sen orda, bir şeyler karıştırdın de mi?” diye adeta çemkirdi. İstediğim olmuş dikkatlerini çekmiştim. “Hiiiç depodan kedi yakalayıp buzluğa koydum” dedim. İnanacağını sanmamıştım. Sarı kız adeta çıldırarak, “Çabuk çıkar o kediyi buzluktan! O şişeleri de at!” diye bağırdı. Ben umursamaz bir tavırla, “Nasıl olsa buzlukta sadece sizin şişeleriniz var” dedim. Sarı kız  öfkeyle, “O kedi ölür orda, günah  git çıkar buzluktan !...” diye bağırınca, “Ölürse ölsün, bana ne!” diye karşılık verdim.
Sarı kız artık yalvarıyordu, “Ne olur o kediyi buzluktan çıkar, şişeleri at!” diye… “Peki peki ..” diyerek, buzdolabının yanına gittim. Biraz oyalanıp, buz gibi su dolu şişeleri alıp geldim. Herkese soğuk su dağıttım. Biz soğuk suyu içerken, Sarı Kız, “İçmeyin o suyu, mikroplu! Şişelere kedi değdi! Hasta olursunuz!” diye çırpınıyordu. Ben,  Sarı Kız’ın saflığına, buzluğa kedi koyduğumda inanmasına hayret ederek, “Hasta olursak olalım, oh mis gibi soğuk su.  Bize bir şey olmaz!” diye karşılık verdim.
O günden sonra buzluğa su koymadılar. Çünkü kediyi buzluğa koyduğuma inanmışlardı... Ben de gerçeği söylemedim.
Bugün Sarı Kız, güzel ablam, ağır hasta…
Sayısız hatıra paylaştığım, kardeş kadar sevdiğim Sarı Kız, Allah yardımcın olsun.
Dualarımdasın…